Yeni Asya 27.2.1991
Yeni Asya: 27 ŞUBAT 1991
DİZİ YAZI
Hedef: IRAK’ı imha
Tahir AKA / Talat TURHAN SÖYLEŞİSİ
Talat TURHAN’a göre ABD TÜRKİYE’yi savaşa sokma niyetinde
—Talat TURHAN, “The Economist” dergisinin 1982 yılı ARALIK sayısında MUŞ ve BATMAN Havaalanlarının geliştirme anlaşmasının NATO çerçevesinde kalacağını belirttiğini kaydederek, “ABD ileride buradan acil müdahale gücü (Çevik Kuvvet) olarak yararlanabilir” dedi.
—Amerikan stratejist Albert WOHLSTETTER’in 1982 yılında “Survey dergisindeki” beyanatını kaydeden TURHAN, WOHLSTETTER’in bu beyanatında TÜRKİYE’deki üsleri stratejik açıdan en müsait uzaklıkta bulduğunu ve TÜRKİYE’deki üsleri “tek imkân” olarak gördüğünü belirtiyor.
— Tahir AKA: SADDAM için işgal etti?
— Talat TURHAN: SADDAM’ı KUVEYT’e kim itti? Gazetelere yansıyan bilgilere bakacak olursak hadise daha da netleşecektir.
IRAK’ın KUVEYT’i işgali ve sonrası için yeni yayınlanan bir belgesel kitap dünyada konuşulmaya başlandı. Adı “Körfez Savaşı”. Yazarları Beyaz Saray’ın eski sözcüsü Pierre SALİNGER ve Amerikan Gizli Servisleri ve diplomatik çevrelerle ilişkisi olan gazeteci Eric LAURENT Hıfzı TOPUZ, Nazlı ILICAK ve Güneri CIVAOĞLU’nun çeşitli tarihlerde yazdıkları yazılar var. Konu hakkında Ilıcak şunları kaydediyor:
28 MAYIS’ta BAĞDAT’ta toplanan ve bir Arap ülkesi yöneticisinin katıldığı zirvede, bir kapalı toplantı düzenleyen SADDAM, son derece öfkeli bir tonla konuşuyor, arada yumruğunu masaya vurarak Körfez ülkelerini suçluyor:
“Çok petrol satıp fiyatları düşürüyorlar. Petrol fiyatının 1 dolar İnmesi bize 1 milyar dolar zarar veriyor”.
SADDAM, BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ Federasyonu Başkanı Şeyh ZAYED’e dönüp şöyle konuşuyor:
“Savaş sırasında, DUBAİ’nin (BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ’nden biri) İRAN’a gönderdiği silahları unutmayacağım ve bir gün gelecek bütün bunlar birbirine ilave olacak”.
SADDAM daha sonra Kuveyt Emir’ine son derece sert bir sesle bağırıyor:
“Bir savaş sadece silahla yapılmaz. Ekonomik savaşla da bir ülkeyi yıkabilirsiniz. Günde 1,5 milyon varil yerine 2,1 milyon varil çıkarıyorsunuz. IRAK, İRAN ile harp etmeden önceki durumuna dönmek istiyor. Bize acilen 10 milyar dolar vereceksiniz. 30 milyar dolarlık borcumuzu sileceksiniz”.
25 TEMMUZ 1990’da SADDAM ABD’nin BAĞDAT’taki Büyükelçisi April GLASPİE’yi çağırıyor. Glaspie’ye söyledikleri özetle şöyle:
“AMERİKA, SADDAM Hüseyin’in yerine kim geçecek şeklinde araştırmalar yapıyor. Körfez ülkelerine, IRAK’a yardım etmemeleri direktifini yeriyor. Bütün bunlar düşmanca davranışlar. AMERİKA, cemiyet yapısı itibariyle bir savaşta 10 bin kişinin ölmesini, göze alamaz. Baskılarınızı sürdürürseniz, biz de kuvvetimizi gösteririz. Siz, bizim size kötülük yapamayacağımızı düşünüyorsunuz ama yanılıyorsunuz. ABD’yi işgal edemeyiz, fakat Araplar tek tek ülkenize zarar verebilir (terör eylemi kastediliyor) Iraklıların daha müreffeh bir hayata kavuşmasını engellerseniz, bu bizim şerefimize dokunur. O zaman ölümü tercih ederiz. Her türlü tedbiri bırakırız. Bizim attığımız her füzeye, yüz füzeyle karşılık verseniz bile. Çünkü şerefsiz yaşamaktansa ölmek iyidir”.
Konuşmanın sonunda SADDAM niyetini belli ediyor:
“MISIR Devlet Başkanı MÜBAREK, IRAK birliklerinin KUVEYT sınırının sadece 20 kilometre uzağında durmasından dolayı endişe duyduğunu belirtti. KUVEYT bizimle görüşünceye kadar bir şey yapmayız. Ama hiç ümidimiz kalmazsa Irak’ın yok olmayı beklememesi normaldir”.
ABD, SADDAM Hüseyin’in bu açık beyanlarına rağmen gerçeği göremiyor. (26.12.1990, Tercüman)
CIVAOĞLU da şunları yazıyor; “Gerçekten KUVEYT, IRAK ile ortak sayılabilecek ihtilaflı sahadan, adeta petrol çıkarcasına, IRAK’ı’ tahrip ediyordu. OPEC kurallarına göre kendisine ayrılan 1,5 milyon varil petrol üretmek yerine 2,1 milyon varil üretim yapıyordu.
Arzı arttırarak fiyatları düşürüyordu. Irak ekonomisine KUVEYT yılda 1 milyar dolar dolaylarında zarar vermeye başlamıştı. Saddam da geçen Pazar günü, bize Bağdat’taki konuşmamızda KUVEYT’in ABD tezgâhlarıyla, IRAK parasının büyük ölçüde değer kaybının olduğunu” söylüyordu.
KUVEYT ise sanırım, CIA’cılarla varılan gizli anlaşma doğrultusunda Irak’ın uyarılarına oyalamalarla ve BAĞDAT’ı hafife alan tavırlarıyla yanıt veriyordu. ABD’ye güvenmekteydi.
1990 yazında CIA, IRAK’ın KUVEYT sınırına 100 bin asker 300 tank, 300 top yığdığını mükemmelen bilmekteydi.
Ve işgalden sadece 3 gün önce, 30 TEMMUZ 1990da ABD Temsilciler Meclisi’nde Ortadoğu’dan sorumlu Devlet Bakanı Yardımcısı John KELLY’le
“KUVEYT ile ABD arasında, ABD’nin saldırılara karşı KUVEYT’e güvence veren bir anlaşması olmadığını ve ABD silahlı kuvvetlerinin kullanılmasını gerektiren bir angajmanın bulunmadığını” söylüyordu.
Bu konuşma birkaç dakika içinde BAĞDAT’taki SADDAM’a iletilmişti elbette. Ve böyle bir yeşil ışığı gören Saddam, üç gün içinde Kuveyt’i işgal etmişti bile.
Bir küçük olasılık, ABD dış politikasının tutarsızlığı ve George BUSH’un entelektüel sakarlığı nedenleriyle KUVEYT’in, göz göre göre işgal ettirilmesidir. Daha büyük olasılık ise ABD’nin bilerek ve isteyerek yani, KUVEYT’i bilinçli bir planla işgal ettirdiğidir, IRAK’ın KUVEYT’i işgalini bahane ederek Körfez’e kendi ordularını yerleştirme senaryosunu sayfa sayfa uygulamakta olduğudur.
Bu teoride birinci amaç, Dünyanın en uzun süre dayanacak petrol yataklarını ABD’nin kendi kontrolü altına almak ve bu kontrolü en güvenli bir Ortadoğu haritasında sürdürmek olabilir. Dünyanın bilinen petrol stoklan ABD ve Sovyetler Birliğinde 15 yıllıktır. Körfezde ise 50 yıllık. ABD dünyanın damarlarında daha 50 yıl dolaşacak bu kara kana yönelirken Sovyetler Birliği’nin karşı koyamayacağını biliyordu; Sovyetler Birliğinin bu en zayıf anını değerlendirmeliydi. Tarihin ABD’ye verdiği bu şansı kaçırmamalıydı!
Teoride ikinci amaç karşılarında Sovyet tehdidi kalmayan JAPONYA’nın ve Doğu ALMANYA ile birleşerek dünyanın ikinci müthiş kudreti haline gelen Almanya’nın, tarihi efelenme krizleri olasılıklarına karşı, ABD’nin Körfez petrolünü terbiye sopası olarak kullanmak istemesi olabilir.
Dikkat ediniz… ALMANYA ve JAPONYA, Körfez’deki ABD harekâtına nasıl da gönülsüzler nasıl da ağırdan alıyorlar!
Teorideki üçüncü amaç, bölgedeki İSRAİL sorunu olabilir, İSRAİL’in giderek gücü ve etkinliği artan IRAK’ın çökertilmesi için, ABD’yi etkilediği biliniyor,
Musevi azınlık ABD nüfusunun yüzde yarımı bile değildir, ama Beyaz Saray’a yön verebilmektedir. Yıllardır böyle bir durum işleyebilmiştir. ABD Ortadoğu’da İSRAİL’e kesin öncelik veren politikasını sürdürebilmiştir, ama bölgedeki petrolü denetime almak aşamasıyla birlikte galiba bir şeylerin değişmesi gerekecek.
İSRAİL’i kayıtsız şartsız desteklerse ABD bölgedeki 200 milyon Arabî karşısına alır. Sokaklarda sel gibi akacak Arap halkı ABD’ye ve dayandığı, Arap diktatörlerini Krallarını, şeyhlerini, başkanlarının önüne katıp götürebilir.
ABD artık Arapların İSRAİL’i nispeten içlerine sindirebilecekleri şekilde yeniden harita çizmek zorundadır.
“ÜRDÜN topraklarında mistin devletinin kurulması, Kral HÜSEYİN’in tacını bırakıp eğitimini yaptığı İSVİÇRE’ye göçü bir formüldür”. (28.12.1990, Sabah)
Evet, hadise ortada, bu arada Hıfzı TOPUZ ise SADDAM’ın 25 TEMMUZ 1990’da Amerikan Büyükelçisi April GLASPİE’ye şöyle dediğini naklediyor:
“Ne görüyoruz bu kitapta? KUVEYT’in işgalinden aylarca önce IRAK’ın sınırda yığınaklar yaptığını CIA günü gününe Beyaz Saray’a bildiriyormuş. Arap liderlerinin kapalı odalarda yaptıkları en gizli konuşmalar bile Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (National Security Agency) çeşitli yerlere yerleştirdiği alıcılarla camlardaki titreşimlerden izleniyor ve casusluk uyduları ile bir bilgi işlem merkezine iletiliyor ve bunlar sıcağı sıcağına devlet başkanına sunuluyormuş”.
SADDAM 25 TEMMUZ’da Amerikan Büyük Elçisi April GLASPİE’yi çağırarak, ‘Bu böyle gitmez’ demiş, ‘siz beni yok etmek istiyorsunuz. Bu soruna bir çözüm getirmezseniz Amerika’ya karşı savaşı ve ölümü göze alabiliriz’.
CIA, 30 TEMMUZ’da KUVEYT sınırına 100 bin IRAK askeri ile 300 tank ve 300 ağır topun yığıldığını haber vermiş. Demek ki KUVEYT saldırısının sürpriz olmaması gerek. Önlem alınabilirdi öyleyse. Neden alınmadı? CIA ve Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yolladığı bilgiler neden değerlendirilmedi? Bunalıma giren savaş endüstrisini canlandırmak için böyle bir gerilim mi gerekiyordu?” (12 OCAK 1991,”Cumhuriyet)
— Tahir AKA: ABD’nin tavrı,
— Talat TURHAN: Rüştü ŞARDAĞ 10 ŞUBAT 1991 tarihli yazısında şöyle soruyor: “Eğer KUVEYT’i ele geçiren IRAK değil de S.ARABİSTAN olsaydı, ABD bu duyarlılığı gösterilebilecek miydi?”
ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik TÜRKİYE düşüncesi hiç değişmemiştir. ABD’nin nihayet beliren Ortadoğu siyaseti ve belirlenen rolü:
“Bu siyasetin en mühim hususiyeti AMERİKA’nın icabında harbi göze alabileceğini belli etmesidir”. (Reha Oğuz TÜRKAN 14.8.58 Cumhuriyet)
İsmet İNÖNÜ de 22 OCAK 1970’de ikili anlaşmalar için yapılan görüşmelerde şöyle diyor: “Amerika’nın dünyadaki maksat ve taahhütleri nedeniyle bizim istediğimize aykırı olarak TÜRKİYE’yi harbe sokabilecek bir durum yaratmasına mani olabiliriz. Buna mani olmanın tek çaresi meclistir. Hükümetler taleplere karşı koyamaz”.
O gün Süleyman DEMİREL’in cevabı ise şöyle: “TÜRKİYE iradesi dışında harbe sokulmayacaktır. TÜRKİYE’de kışkırtıcı bir tesis bulunmamaktadır. Türk topraklarında bu nitelikte bir faaliyet yürütülmemektedir”.
“The Economist”, TÜRKİYE’deki MUŞ ve BATMAN havaalanlarının geliştirme anlaşmasının her ne kadar NATO çerçevesinde kalması gerektiğini söylese de, “ABD ileride buradan acil müdahale gücü olarak (Çevik Kuvvet) yararlanabilir”. (16 ARALIK 1982, Cumhuriyet) Bu görüş bugün gerçekleşmiştir.
13’ler Komisyonu başkanı Albert WOHLSTETTER’in “Survey Dergisi”nin 1982 yılı 25. sayısında şöyle diyor: “Coğrafi konumları açısından bakıldığında TÜRKİYE’deki üsler stratejik açıdan en uygun uzaklıkta bulunmaktadırlar. Örneğin İncirlik’in doğusundan kalkacak F111’ler Körfez’in kuzey bölgesine kadar ulaşabilirler. Menzil yakıt deposu olan F-15’ler aynı uzaklık içinde hücum misyonlarını görebilirler. TÜRKİYE’deki üsler savaş menzilleri daha kışa olan uçaklarımızın büyük bir bölümünün saldırı kaynaklarını vurabilmeleri için bölgedeki tek olanaktır”. Ve üslerin bu amaçla genişletilmesi arılaşması da bu tarihlere rasgelmektedir.
— Tahir AKA: TÜRKİYE hazırlamıyor.
— Talat TURHAN: Bu arada yine 1982 yılında 29 EKİM tarihli “El-Riyad Gazetesi”nde yer alan haberi AP ajansı şöyle duyuruyor:
“İRAN-IRAK Savaşının Basra körfezindeki petrol alanlarına sıçramasından giderek kaygılanan ABD acil müdahale gücünü iki katına çıkarması, bunun için TÜRKİYE’de kuvvet bulundurması kararlaştırılmıştır”. (Ergun BALCI, 2 KASIM 1982)
Aynı dönemde WOHLSTETTER ve El-Riyad birbirini doğruluyor. Üslerin genişletilmesi politikası ve kullanılması açığa vurarak bugünkü duruma ışık tutuyor.
Kuşkusuz o dönemi Amerikancı askeri iktidarı. Amerikancı cuntası ve uzantısı olan sivil iktidar tüm bu tertiplerden haberdar idiler.
Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi ve yürütme gücünün devre dışı bırakılması “telefon diplomasisi” ile üslerin eski planlarına uygun şekilde kullanılmasına tanık; oluyoruz. Bu bağlamda hiç kuşkusuz en etkili yöntem BUSH-ÖZAL telefon diplomasisidir. Bu noktada İNÖNÜ’nün sözlerini hatırlatarak milletvekillerini göreve çağırıyorum.”