Yeni Asya Gazetesi 14.3.1990
Yeni Asya Gazetesi 14 MART 1990
DİZİ YAZI
“TÜRKİYE’ye” tuzak var
Tahir AKA / Talat TURHAN Söyleşi’si
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN istihbarat örgütleri, Özel Harp Dairesi, Toplumsal provokasyon, Komplo teorisi, Karanlık güçler, İç ve dış mihraklar, Darbeler, Cuntalar hakkında enteresan açıklamalar yaptı. CIA’nin komplolarını biliyor musunuz? ÇANKAYA’da oynanan oyun nedir? Demokrasicilik oyunundan haberiniz var mı? Türkiye istihbaratta nereye bağlı? 12 EYLÜL kime yaradı? 55 General darbe için kan dökülmesini istedi mi? 12 EYLÜL’deki diplomatik skandaldan haberiniz var mı? 12 EYLÜL’ün tek faydasını biliyor musunuz?
Talat TURHAN, “Anarşi ve Terörün artacağını” söyledi
Büyük devletlerin istihbarat örgütlerinin anarşi ve terör yapmak için ayrı birimler kurduğunu söyleyen emekli kurmay Yarbay Talat TURHAN;
“TÜRKİYE’de karanlık güçler edebiyatı yapılmaktadır. Karanlık güçleri ortaya çıkaracak ben değilim, iktidarda oturan adam karanlık güçleri tespit etmekle mükelleftir” dedi.
Gazeteci Çetin EMEÇ’in öldürülmesinden önce konuştuğumuz Talat TURHAN “Bir ülkenin geçmişinde ne kadar faili meçhul cinayet ve olay varsa gelecekte bu tür olaylar geometrik dizi olarak artacak anlamındadır. Geçmişteki olayları örtbas etmek yahut ta o olayı açığa çıkaracak güç gösterememek, gelecekte bu tip olayların artarak devam edeceğinin açık bir kanıtıdır” diye konuştu.
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN’ın anarşi ve terör hadiseleriyle ilgili enteresan tespitleri var. Önsözünü ilhan SELÇUK’un yazdığı “Doruk Operasyonu” isimli kitabıyla yeniden kamuoyunun dikkatini üzerine çeken Talat TURHAN ile ÜSKÜDAR KUZGUNCUK’taki babasından miras kaldığını söylediği evinde görüştüm. Arkadaşımız Selahaddin ERCAN ile birlikte sohbet ettiğim Talat TURHAN, 26 senedir sivil, olmasına rağmen çalışma odasında tam bir askerî disiplin hâkim. TURHAN’ın çalışma odasındaki kitaplar, dosyalar, klasörler tek tip elbise giymiş ve esas duruşta bekliyorlar. Son kitabının son sayfasında TURHAN için şunlar yazılmış:
“Talat TURHAN, 1924 yılında doğdu. Askeri okullarda öğrenimini tamamladı. 27 MAYIS ve onu izleyen süreçte birçok önemli olayın içinde bulundu. Bütün devrimciler gibi baskı ve sömürü düzeninin acısını çekti: cezaevi, sürgün ve işkenceyi tamdı. 1964 yılında Kurmay Yarbay iken düzenin egemenlerince emekli edildi… Talat TURHAN, devrimci bir asker olarak 1963–1966 yıllarında “Genç Kemalistler Davası”, 1972–1975 yıllarında ise “Bomba Davası” baş sanığı olarak yargılandı. Mücadeleci hayatının iki buçuk yılını MAMAK ve SELİMİYE Askeri Ceza ve Tutukevinde geçirdi”.
TURHAN’ın istihbarat teşkilatlarıyla ilgili geniş bilgisi, kitabında olduğu gibi, sohbetimiz esnasında da fark ediliyor.
TURHAN anarşi, terör, demokrasi, istihbarat teşkilâtları, ihtilâller, 12 EYLÜL’cüler gibi her meselede görüşlerini açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Sorduğum sorulan enine boyuna cevaplandırdı. Anarşi ve terör hadiselerinin “geometrik dizi” olarak artacağını söyleyen TURHAN ile Hürriyet Gazetesi yazan Çetin EMEÇ öldürülmeden önce görüştük. Talat TURHAN’ın nefis çayı ile birlikte badem ve keklerini soruların arasında yerken, o takır takır konuşuyor maziden günümüze bağ kuruyordu.
Borç para tavizleri
— Tahir AKA: “Efendim bir dergide ‘istihbarat örgütleri terörden haberdarsa ve terörü kendileri yapıyorsa, o terör olayının faili meçhuldür. O kadar çok cinayet kaldı ki 1980 öncesinden…’ şeklinde bir ifadeniz yer aldı Abdi İPEKÇİ, Gün SAZAK, Cahit TÜTENGİL, İlhan DARENDELİOĞLU, Hamid FENDOĞLU (Hamido) ve en son olarak da Prof. Muammer AKSOY öldürüldü. Şimdiye kadar geçmişteki cinayetlerle ilgili olarak resmi bir açıklama yapılmadı. Bu cinayetler karanlık kaldı. En yakın olan Muammer AKSOY hadisesinde de şimdiye kadar, bir açıklama yapılmadı, tahkikat devam ediyor’un dışında bir açıklama yapılmıyor. Bu faili meçhul cinayetlerin faili kimdir?”
— Talat TURHAN: Şimdi bir destabilazsyon teorisi var. Sömürgen devletler sömürdüğü devletlerin üzerinde her zaman kendi çıkarlarına uygun bir tarzda iktidarla oluşturmaya çalışırlar. Aslında bunda kendilerine göre haklılık payı vardır, çünkü sömürgen devletler sömürdüğü devletlere ekonomik yardımlar yapıyorlar. Bu verdiği paranın garanti altına alınması için o ülke ihtilâflarının kendi çıkarlarına ters olmamasını arzu ederler. Tabii böyle bir tablo içerisinde milliyetçilik de anlamını yitiriyor. Yani böyle bir tuzağa giren ülkenin insanları eğer ‘milliyetçiyim’ diyorlarsa bir yanılgı içerisindedirler. Şimdi TÜRKİYE bu tuzağa girmiş ülkelerden biridir. 1940’lı yıllardan bu yana bu tuzak her alanda, ekonomik, askeri mali, adli, akla gelen ne kadar alan varsa, bu tuzağın içine girmiş ülkelerden biridir Türkiye bence. Bunun en somut örneği de TÜRKİYE’nin borç tuzağı içinde kıvranmış olmasıdır. Günlük hayatta nasıl ki alacaklılar borçlu üzerinde her türlü baskı yapıyorsa, devletlerarasındaki ilişkilerde de bunun somut örneklerini çok kesin olarak görürüz. Bir örnek verecek olursak: IMF’ye verdiğimiz niyet mektupları… IMF ile ilişkiler başlngıcından bu yana vermiş olduğumuz bütün niyet mektupları, TÜRKİYE’nin ulusal çıkarlarına göre verilmemiştir. Karşı tarafın empoze ve dikte ettirmesi sonucunda istenilen koşullar yerine getirilmektedir. Bu 10 yıl öncesindeki gelişimini benim okuduğum kitaplar içerisinde en açık olarak Yalçın DOĞAN “IMF kıskacında TÜRKİYE” adlı kitabında TÜRKİYE’nin IMF tuzağına girdiğinden bu yana ne gibi ödünler verdiğini yazıyor.
“12 EYLÜL en çok Batıya yaradı. Başta ABD olmak üzere birçok ülke hâlâ 12 EYLÜL’e alkış tutuyor. Bizim iktidarın başında olanlar Batı tarafından övülmüş olmayı bir şeref sayarlar.”
Şatafat ve ihtişam
Ondan sonra daha pahalı ödünler verdik. IMF’ye girmeden TÜRKİYE’de dolar 2 lira 80 kuruştu. Bugün neredeyse 3 bine doğru tırmanıyor. Demek ki Türk parası bin misli değerini kaybetmiştir. Bu kayıp kime yarıyor? Buna bakmak lazım. Eğer yol, baraj, köprü falan kalkınma unsuru olsa, bunlar her yerde var. PATAGONYA’da dahi var, televizyonda gördük. Bunlar bir ülkenin bağımsızlığının ölçütleri sayılmaması gerekir bana göre… Şimdi Türk parasının değer kaybetmiş olması Türk milletinin onur karakterinin kapitalist tekellere peşkeş çekilmesi anlamına gelir. O zaman bu ülke insanları mallarını ucuza satacaklar, pahalıya alacaklar. Eğer ucuza satıp pahalıya alıp iflah olmuş bir ülke varsa veyahut ta bir insan varsa, bir tüccar varsa bu formülü öğretsinler biz de benimseyelim, tatbik edelim. Şimdi bunun somut örneğini Osmanlı’da “duyun-u umumiye” hâdisesinde görüyoruz. “Osmanlı borçlarını o zamanki borç veren düvel-i muazzama borçlarım almak için gelmişler, karargâh kurmuşlardır. O zamanda ya borç tuzağında borçlu ülkelerin dediğini yapacak, ya da İkinci bir düyun-u umumiye ile karşı karşıya geleceklerdir”.
— Tahir AKA: Şu andaki tabloyu bir ikinci düyun-u umumiye ye gidiş olarak mı değerlendiriyorsunuz?
— Talat TURHAN: Eğer bu iş böyle devam ederse evet… Şimdi İktidarın övündüğü nedir? Merkez Bankasında bulunan 4–5 milyar lira para. Bu para borcun faizini karşılamıyor. Aldığın borcun faizini karşılamıyor. Simdi borç bir noktaya kadar alınır, önemli olan bu borcun nereye sarf edileceğidir. Eğer borç üretken alanlara sarf edilirse o ülkede belki bir gelişme uzun sürede olabilir. Oysaki Osmanlı İmparatorluğu döneminde alınan ilk borç “Dolmabahçe Sarayının” yapılmasına sarf edilmiştir. O zaman sanayi devrimi başlamış, buhar falan icat edilmiş. Yani eğer o zamanki idareciler ilk fabrikayı kursalardı, belki bugün TÜRKİYE’nin yapısı daha farklı olurdu. Bizde de alman borçların nerelere sarf edildiğine dair iktidarların açık hesap verdiğine şahit olmadım. Ama şatafatları görüyoruz. Özel uçaklar, özel geziler, lüks ve ihtişam içinde İktidarlar görüyoruz. Demek ki aldığımız bu paralar üretken alanlara gitmiyor, bu tip alanlara gidiyor. Yani özetle başa dönersek borç veren ülkeler, borçlu ülkelerin düzenlerine müdahale etmektedirler. O ülkenin düzeni kendi çıkarına ters geldiği vakit ülkeyi destabilize etmektedir. Destabilize (*) etmesinin de formülü kendi İstihbarat örgütlerinin yapısında bulunur. Bütün Büyük devletlerin İstihbarat örgütlerine baktığımız vakit anarşi ve terör yapmak için ayrı birimler kurulduğunu görüyoruz. Mesela işte ABD’nin CIA’nin içerisinde “Kiril İşler Dairesi” diye bir bölüm var. Burası adam öldürüyor, adam kaçırıyor, soygun yapıyor, hükümet deviriyor, hükümet başkanını öldürüyor, hükümet başkanlarını satın alıyor… Bunun sayısız örnekleri var. Şimdi TÜRKİYE, en çok Batılı ülkeler içerisinde ABD’nin etki alanına girdiğine göre, ABD kendi çıkarlarını korumak için gerektiği anda bu güçlerini kullanmak suretiyle terör meydana getiriyor ve o terörden kendi amacı istikametinde yararlanıyor. Bunun en açık misalini her halde Türk halkı çok iyi bir şekilde 12 EYLÜL döneminde görmüş olacaktır. 12 EYLÜL kime yaramıştır? Bu sorunun yanıtını araştırdığımız vakti, 12 EYLÜL en çok Batıya yaradığını görüyoruz, başta ABD olmak üzere… Çünkü hâlâ alkış tuttuklarına göre bunun açıkça izahı budur. Bizim iktidarın başında olan kişiler Batı basını tarafından övülmüş olmayı bir şeref meselesi telakki ediyorlar. Oysa ki batı ancak çıkarına gelen kişileri över. Bunu halk, filân adamı Batı’da ajanslar, büyük gazeteler destekliyor diye eğer bu yanlışı doğru olarak kabul ederse her zaman başında bu tip adamları görmeye mahkûm olur. Şimdi tabii büyük devletin, Batı deyince sırf ABD’nin emeli değil, bütün Batı’nın, dolayısıyla çevre ülkelerinin emelleri var. Yani ona uygun faaliyetleri var. Bu doğaldır. Doğal olmayan bu faaliyetlerin tespit edilmemiş olmasıdır. Bu tespit edilemediği için karanlık güçler edebiyatı yapılmaktadır TÜRKİYE’de… Karanlık güçleri ortaya çıkaracak ben değilim. İktidarda oturanlar karanlık güçleri tespit etmekle yükümlüdür. Eğer bir ülkede iktidarda olanlar karanlık güçler edebiyatı yapıyorsa hiçbir zaman karanlık güçler ortaya çıkmayacaktır. Oysa ki ülkemizde karanlık güçleri ortaya çıkaracaklar adam da sızlanıyor. Bizim gibi…
(*) Y.n.: “İstikrarsız hale getirme”.
— Tahir AKA: Her hadiseden sonra faillerle ilgili olarak iç ve dış mihraklar edebiyatı da karanlık güçler edebiyatının bir başka tarzı galiba…
— Talat TURHAN: “İç ve dış mihrakların” kim olduğu açıklanmalıdır. Karanlık güçler edebiyatı ile gerçekler örtbas edilemez sonsuza dek. Şimdi olay buradan kaynaklanıyor. Yeniden borç tuzağına dönmek isterim. IMF’nin 400 bin hissesi var, 400 bin hissenin 207 bini ABD’nin, diğerleri de Batılı devletlerindir. Dolayısıyla ABD Batı’dan ayrı değil, IMF’nin tuzağına girdiğimiz vakit, dünyanın borç tuzağına giriyoruz. Parası olan büyük tefeci devletler, devlet adına açık açık tefecilik yapıyor. Devletlerarası tefeciliğin içine girdiğin vakit o tefeciliği yapan bütün ülkelere karşı gebe durumundasınız. Aldığınız parayı üretken alanlara sarf etmediğiniz vakit, o zaman ekonomik bir tıkanıklık oluyor. Bu tıkanıklığı açmak için halkın susturulacağı bir baskı düzenine ihtiyaç oluyor. Bu baskıyı getirmek için de terörü kullanıyorlar. Yani destablizasyon gündeme gelecek ki, ondan sonra stabilizasyon gündeme gelsin. Stabilizasyon yapacak güçler de genellikle askeri darbeler yoluyla bu işi götürüyorlar. Sistem, TÜRKİYE’de ve Dünyada böyle işliyor. Yani ilk önce destablizasyon, ondan sonra bir askeri darbe. Askeri darbeden sonra da stabilizasyon. Stabilizasyon sürecine “Temizlik Harekâtı” diyorlar. Kendi işlerine gelmeyen ve kişileri tesirsiz hale getiriyorlar. Bu insanların içinde bir kısmının aslında o dış ajanlarının veyahut ta onların yerli işbirlikçilerinin tuzağına düşmüş durumdadır. Yani onlar iki yönlü kullanıyor. Bir yandan sahibi aktif insanlar olduğu ve ileride TÜRKİYE’nin durumu açısından tehlikeli olur düşüncesiyle ekarte etmek için zaten suça itiyorlar. Bir yandan onları suça iterek ilerideki bir darbeden sonra endişe etmek, suçlu durumunda ekarte etmek, bir yandan da onların suçluluğunu kendi galibiyet amaçları istikametinde kullanmak gibi iki başlı kesin bir kılıç gibi bu kullanılıyor. Gerçi bu tezi ben 15–20 yıldan beri birçok kez açıkladım. Emniyet Genel Müdürü Sebahattin ÇAKMAKOĞLU’nun da bizim tezimize gelmiş olduğunu görerek sevindim. Düne kadar bu tezi ortaya sürenler çeşitli suçlamalara hedef oldular. Şimdi bu iktidarın Emniyet Genel Müdürü olan kişinin dahi “yabancı ajan olabilir” sözünü sarf etmesi büyük bir aşama olduğu ve bizim tezimizin doğruluğunu ortaya koyacak bir unsur olarak görüyorum. Bir ülkenin geçmişinde ne kadar faili meçhul cinayet ve olay varsa gelecekte bu tür olaylar geometrik dizi olarak artacak anlamındadır. Yani geçmişteki bu olayları örtbas etmek yahut da o olayı açığa çıkaracak kadar güç gösterememek gelecekte de bu tip olayların artarak devam edeceğinin açık bir kanıtıdır.