Yeni Gündem 15–28.11.1985
Yeni Gündem 15–28 Kasım 1985
“Bomba Davası’nın hesabı görülmeli”
—Talat Bey, 12 Mart öncesi cuntanın gelişimi ve 12 Mart’tan sonraki ayrışmaları bize anlatır mısınız?
— “Bomba” davasında ben 4500 sayfa savunma yazdım. Bütün provokasyonları açığa çıkardım. Ama benim bir tarihi hesaplaşmam var. Bu hesap görülmelidir. Temel sorun şu: Tepedeki komutanlar, yetmişlere doğru karar vermişler, “aramıza sivil almayacağız” diye. İlke kararı. O zaman ittifaktan çıkmışım. Tamam, ben darbe için çalışmışım, ama darbeyi yapan onlar, beni uzaklaştıran onlar. Bunun hukuki sorumluluğu varsa ben alırım, onlar da alsın. Bir davaya çıkarılıyoruz. Davanın asli failleri yok. Asli failin olmadığı yerde feri fail olmaz. İşte ben bunu iddia ediyorum.
—Anayasa taslağı nedir?
—Bununla da ilgimiz yok. Tamamen Silahlı Kuvvetler bünyesinde, komutanların emriyle hazırlanmış bir şey. Hazırlayan Albayrak, mahkemeye tanık olarak geliyor, ben sanığım.
—Böyle tanıklıkla sanıklığı karışan çoktu galiba…
—Evet, mesela Kabibay. Her şeyin içinde görünüyor ama hiçbir riskin içinde değil. Bütün bu olaylara karışıp hiçbir risk üstlenmeyen adamlar üstünde durmak gerekir.
—Sizin gibi sivil ve ya emekli subaylarla yüksek komutanlar arasındaki bağlantıyı Celil Gürkan mı kuruyordu?
— Evet, siviller ve ya küçük rütbeli subaylar da ille “general” görmek istiyordu. Celil Paşa’yla İstanbul’da uzun zaman birlikte olduk.
—Hasan Yalçınkaya da aranızdaydı herhalde.
—Hasan, şövalye tipli bir adam. Ordu içerisinde darbeciliğin tiyatrosunu bilen bir adam. Bu yolda para harcamaktan da kaçınmazdı.
—Mesela, sonuna kadar “Turgut Sunalp iyidir,” demişti. Hatırlıyor musunuz?
—O onun saplantısıydı. Ben de vazgeçiremedim. Adam getiriyor, bulup bulup getiriyor. Hapishane müdürü olan subayı bile getirmişti yani.
—Yarbay Cemil’i değil mi?
—Evet, onu bile getirmişti. Adamın özelliği bu, toplayıcı bir adam. Getiriyor ama getirdiği adam çıkmıyor, o da başka tarafı işin.
—Naci Gür’ü de söylerdi. O da gelirmiş cunta toplantılarına…
—Evet, bu işin tezgâhtarıydı.
İhtilal için ihtilal yapmak
—Onun Celil Paşa’yla bir ilişkisi var mıydı?
—Yok… Bizim vasıtamızla tanıyordu. Hasan Albay 27 Mayıs’ı en son kutlayan adamdır. Ölmeden evvelki 27 Mayıs günü saat sabaha karşı 3’te bana gelmişti. Zurna gibi sarhoştu. Tipik ihtilalciydi. İhtilal yapmak için ihtilal yapan tiplerden. “Abi” dedi, “bu saate kadar seni bekledim, tebrik etmeye gelirsin diye”. 27 Mayıs’ı tebrik etmek için o saate kadar beni beklemiş. “Gelmedin” dedi, “ben geldim”. “Yahu Hasan 27 Mayıs kaldı mı ki beni bekledin” dedim. “Abi” dedi, “ben arifeden beri içiyorum”. 27 Mayıs’ı nostaljik bir duyguyla saat saat yaşamış. Tam saat üç buçukta da kıta çıkarmış. Üç buçukta bahçesine çıkmış, bir bağ mermi boşaltmış havaya doğru. Ondan sonra da içmeye devam etmiş. Daha sonra beni beklemiş. Burada 27 Mayıs’ın tartışmasını yaptık.
—14 Mart’ta Gürler ve Batur’u ekarte edecek bir girişim olduğunu, Bomba davası tanığı olarak, Sadi Koçtaş ima etmişti. Bundan haberiniz var mı?
—Hayır… Sadi Koçtaş bunu kitabına almış. Muhtıra konusu tezgahlanmış. 11 Mart gününün öğle vakti, saat bir sıralarında, Sadi Koçtaş eldi Orhan Kabibay’ın evine, ben de oradaydım. O formülle bizi ikna etmeye çalışıyor. Orhan biraz daha haberdar, zaten kaymış o. Emniyet orada şimdi. Bir legalite teşekkül ediyor, orada görünmekte yarar var. Adam beni ikna etmeye çalışıyor, Sadi Koçaş. Yani kendi cephesine çekmeye çalışıyor. Ben de diyorum ki en nihayet, “Sadi, Memduh Tağmaç’la, Cevdet Sunay’la, Türkiye’ye ancak hıyanet yapılır. Bu hıyanet içinde olan herkese acıyorum, sana da acıyorum. ” Bunu kitaba almış şimdi. Diyor ki, “11 Mart günü Sunay’la, Tağmaç’la devrim yapılmaz diyen subay…” İşte o kadar söylüyor, benim ismimi vermiyor. Bu adam aynı zamanda benim 14 Mart günü Ankara’da olduğumu kanıtlamak için mahkemeye geldi. Ben tahliye olmuştum o zamanlar. “Bak Sadi” dedim, “senden iki sual soracağım, sen de bu suallere cevap vereceksin. Birincisi, benim aleyhimde ama bir tarihsel hesaplaşmadır, bu iki hainin hain olduğunu 11 Mart’ta söylemiş olmaktan kıvanç duyarım. Bunu mahkemede söyleyeceksin. ” “İkincisi ” dedim, “MİT’in bütün tertiplerini biliyorsun. Bu davaları da MİT tertiplediğine göre, MİT’in tümünü anlatacaksın mahkemede.” Bu da işine geliyor tabii. MİT’le uğraşmış, ele geçirmeye çalışmış ama ele geçirememiş ve gitmiş.
—Başkanlığı sırasında…
—Başbakan yardımcılığı sırasında MİT’i almaya çalıştı, karşı taraf vermedi. O arada Elrom olayını provoke ettiler ve bu olayla ona el çektirdiler. Elrom olayıyla 12 Mart biraz daha sağa kaymıştır. Ve sonra işkence başlamıştır, fiziki işkence o tarihte başlamıştır. Bir nevi devlet provokasyonuyla dönüm noktasıdır.
Mahkemeye geliyor, MİT hakkında sual soruyorum. “Ne gerek var efendim.” diyor mahkeme başkanı. Ben de o zaman “gerek olmadığına karar alınsın” diyorum. Karar alınıyor.
Tepeden aşağı düzen değişiklikleri
—Cuntacılık iflas etmiştir diyorsunuz. Bunu biraz açıklar mısınız?
—Jön Türk geleneğini tahlil ediyorum. Küçük burjuvanın kalleşin kalleşi, kaypağın kaypağı olduğunu yaşayarak öğrendim. Bu çözüm değildir. Bunu 12 Mart’ta yaşadım ve öğrendim. Bu çözüm değildir. Ama ülkedeki sosyo-ekonomik koşullar düzen değişikliğini zorluyorsa, o düzen değişir. Düzen oyla değişir, zorla değişir. Şu anda oyla değişme şansı gösteriyor. Bugünkü koşullar içerisinde bu, Türkiye için şanstır. Ama bu kullanılmazsa düzen zorla değişecektir. Zorla değişim iki türlüdür: biri tepeden aşağı olur; asker, sivil, karma. Bir de devrimci sınıflar örgütlenirler, sınıf bilincine sahip çıkarlar ve düzeni değiştirirler. Ve dünya tarihi de bunu böyle yazıyor. Dünyada 1 milyar kişi böyle bir düzen altında yaşıyor. Amerika 1 milyarlık realiteyle dostluk kurarken, az gelişmiş ülkelerin bunlarla ideolojik kavga etmesi Don Kişotluk’tur diyorum. Ve bu Don Kişotluk içerisinde olanlardan utanıyorum. Bu içerisinde kendi öz eleştirimi yapıyorum ve onlardan soyutlanıyorum. Neden? Çünkü bu tür tepeden aşağıya düzen değişikliklerinin faşizmle noktalandığını yaşayarak biliyorum.