1
Yurtiçi

Dünyadaki Değişimin Askersel Boyutu ve Türkiye

İstanbul: 13 temmuz 1993 saat:19-00

 DÜNYA’daki DEĞİŞİMİN ASKERSEL BOYUTU ve TÜRKİYE  

Değerli katılımcılar,

1940  yılında KULELİ ASKERİ LİSESİ’ne girdim. O günlerde İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÜNYA’yı kasıp kavuruyordu. Kuşkusuz savaşın tüm olumsuzlukları ülkemize de yansıyordu. Bizim kuşak bu dönemi yaşayarak duyumsadı. Yoksulluk, açlık, sefalet ve kuyruklarda çekilen
çileler sınırsızdı… Ekm ek karneye bağlanmıştı. Bir kaç dilim kapkara ekmek alabilmek için insanlarımız çırpınıyorlardı. Başta şeker olmak üzere temel tüketim maddelerinde de durum farklı değildi.

1941    yılında İSTANBUL’un seyrekleştirilmesi planı çerçevesinde öğrenimimi sürdürdüğüm KULELİ ASKERİ LİSESİ, KONYA’ya taşınmış okuduğum sınıf eski bir un fab­rikasına yerleşmişti. Binaya değirmen adını takmıştık. 1941 kışı saldırgan Alman ordularını STALİNGRAT önlerinde durdurulmasında etken olacak boyutta sertti. -20 ve -30 C de donan ekmekleri baltayla bile kesmenin olanaklı olmadığı böyle bir ortamı bugün bile tüm canlılığı ile anımsıyorum. Ama umutsuz değildik. Ülkemizi ve mesleğimizi seviyor, ilerdeki iyi günleri bek­liyor, sıkıntıları göğüslüyorduk.

1942  yılında DEĞİRMEN’den mezun olup, SAMSUN’daki TOPÇU ALAYI’na staja çıkmış ilk kez ordu ile yakın temasa geçmiştik. Kıt’adaki yoksunluklar Değirmen’dekilerden kat be kat fazla idi. En önemlisi savaş YILDIRIM hızı ile yeni teknolojinin tüm olanaklarından yararlanarak motorize birliklerle devam ederken bizim Topçu Alayı hala koşulu idi. Yani topları bir yerden diğer yere KADANA denilen iri atlar çekiyorlardı… Oysa bu atların görevlerini yapabilmesi için günde 6 kgr arpa, 10 kgr. ot yemesi gerekiyordu. Yokluklar onları da etkilemiş arpa 1/2 kgr, ot 1 kgr’a düşürülmüştü…» Kadanalar birer iskelete dönüşmüş, top çekecek güçleri kalmamıştı. Bizlerin SAMSUN’da olduğumuz dönemde kadanaların açlığı sınırına gelmiş olmalı ki tav­lalarının ağaç direklerini kemiriyorlardı. Tavlaların çökme tehlikesine karşı Kadanaların demir zincirlerle bağlanılarak açık arazi’ye çıkarılışlarını dün gibi anımsıyorum. Bu kezde açık havada hayvanlar birbirlerinin pisliğini yemeğe başladılar ve bu olayı kimse önleyemedi… Açlık bu.

Tüm bunları neden anlatıyorum: 2. Dünya Savaşı YILDIRIM hızıyla sürerken bizim top­çunun hareket kabiliyeti yok gibiydi… Diğer araç, gereç ve silahlar da demode idi. SAMSUN’daki üç aylık TOPÇU STAJI bitti. 1942 yılında ANKARA’ya HARP OKULU’na ™geldik. Eğitim ve öğrenim çağa uymuyordu. Buna karşın, büyük bir baskı sürdürülüyor, tek dü­ze insanlar yetiştirilmeğe çalışılıyordu. Açlık ve yokluklar sürüyordu. İki yıl AFRİKA’dan geldiği söylenen kokmuş kavurmaları yemek zorunda kalmıştık.

Birgün HARB OKULU’nun arkasındaki KİRAZLI DERE’de NAKLİYE (ULAŞTIRMA) dersi görüyorduk. Dersimiz at arabasının parçaları idi. Öğretmenimiz anlatıyor, biz yineliyorduk.

At arabası öndüzen, arka düzen, sandık kısmından ibarettir kumandanım diye… Tam bu sırada KİRAZLIDERE’nin DİKMEN yönünden iki canavarın gelmekte olduğunu hayret ve deh­şet içinde gördük. İlk kez Tank görüyorduk. Oysa Dünya’da 1. nci Dünya Savaşı’nda 1917 yı­lında Tank, savaşın kaderini değiştirmişti. Günün teknolojisinin çeyrek asır gerisinde kal­mıştık. Nasıl ki 1945 yılında HİROŞİMA ve NAGAZAKİ’ye atılan ATOM BOMBASI’da İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’nın kaderini değiştirdiği gibi… Biz tankta çağı geçte olsa yakalamıştık ama, yarım asır geçmesine karşın NÜKLEER ÇAĞI yakalayamamıştık.

Kimseyi kınamak ve eleştirmek kastı taşımıyorum. Gerçeklerin söylemini yansıtmaya ça­lışıyorum. KURTULUŞ SAVAŞI dönemi sonrasında ulusça her anlamda onurlu ve gururlu bir dönem yaşadık. Ancak çok sınırlı ülke ekonomisinin olanakları kalkınma için kullanıldığından Slh. K. lerin güçsüz bırakılmasını doğal karşılamak gerekiyordu. Hele asker kişilerden oluşan li­der kadronun ekonomik kalkınmaya birincil öncelik vermesi her türlü takdire değer diye düşünüyorum.

Kuşkusuz böyle bir duruma en uygun dış politika ilkeside “YURTTA SULH Cİ­HANDA SULH” olabilirdi. Ancak sizin özleminiz dışında cihan savaşa tutuşmuşsa ne ya­pılacaktı? Hele savaşa girme ve sürdürme imkan ve kabiliyeti olmayan bir silahlı kuvvete sahip iseniz…

Ülkemizde yerleşik bir kanı vardır: “İSMET PAŞA TÜRKİYE’Yİ 2. DÜNYA SAVAŞINA SOKMADI” diye…

Savaş gücü olmayan bir ordu ile nasıl savaşa katılınmasının olanaklı olduğunun so­rusunun yanıtını aramak zamanı gelmiş ve hatta geçmiştir.

1943 yılında Harp okulunda Okurken bir gün KIRIKKALE’de Yd. Sb. Iık yapan dayımı zi­yarete gitmiştim. Dayım oradaki Uçaksavar Alayı’nda Takım Komutanı idi. Bana takımı ve top­larını gösterdi. O günkü bilincimle bile şaşırmış donmuş kalmıştım. Mantelli toplar kuyu gibi mevziler kazılarak konulmuş uçak savaş olarak kullanılıyordu… Bunun ne demek olduğunu ko­nunun yabancısı olan kimselere anlatmak güç… Şöyle söyleyebilirim: Trilyonda bir olasılıkla mantelli bir topla uçak düşürmek olanaklı değildi… Kim kimi niçin kandırmaya çalışıyordu an­lamak olanaksızdı.

1945 yılında TOPÇU OKULU’nda öğrenim görürken KIRIKKALE Askeri Fabrikalarını in­celemek fırsatını bulmuş, günün koşullarında ulaşılan teknolojik gelişmeyi algılanmış ve gururlanmıştım. Güçsüz olduğu için 2. Dünya Savaşına katılamamış, ekonomik durumu bozuk, sa­vaşan taraflardan galip olanların hiç birine yaranamamış yalnız kalmış TÜRKİYE, 1945 yılında bir sürprizle karşılaştı. STALİN’in istekleri… Bu isteklerin geri çevrilmesi Türk Dış Politikası’nın onurlu bir davranışı olarak değerlendirilmelidir.

II Dünya Savaşı bitmiş ama SOĞUK SAVAŞ başlamıştı. ABD’nin liderliğini üstlenmeğe çalıştığı BATI BLOKU bir yana SSCB’nin liderliğinde DOĞU BLOKU diğer yana ayrışmıştı. BA­TI BLOKU, komünizm tehlikesi ve tehdidine karşı önlemler almağa başlamıştı. Bu önlemler a-rasında Truman Doktrini ve Marshall yardımı da bulunuyordu. TÜRKİYE ve YUNANİSTAN da komünizm tehlikesinden korunmak için programa alındı.

1947  yılında İSMET İNÖNÜ hükümeti ilk ikili anlaşmayı imzalayarak ülkemizin ABD yö­
rüngesine girmesinde ilk adımı attı. Sonraki iktidarlarda Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığını pe­
kiştirdiler…

Truman Doktrini ve Marshall yardımı sonucu T. Slh. K.lerinin tüm silah araç ve gereci ABD kaynaklılarla yenilendi. Eğitim sistemi ABD ekolüne yönlendirildi. Bu olguyu günün ko­şullarında ABD niyetlerinden soyutlayarak olumlu karşılayanlar çoğunluktadır. Gerçekte ABD, ^ İl. Dünya Savaşı sonrasında elinde kalmış silah, araç ve gereci kendi hedefine ateş etmek ko-™ sulu ile bağlaşıklarına vererek bir taşla iki kuş vurmayı düşünüyordu. Türkiye’nin bulunduğu ça­resizlik içinde başka seçeneği yoktu ama, bu politika teslimeyete dönüşmemeliydi.

ABD’li askeri uzmanlar ülkemize gelmiş, Slh. K.lerimiz reorganize ve modernize edi­liyordu. Ama ülkemizdeki savaş sanayi tesisleri kapatılmıştı. Eğer KIRIKKALE ve diğer ku­ruluşlardaki teknoloji birikimimiz ve tecrübemiz ortadan kaldırılmasaydı bugün en kârlı sek­törlerden biri olan silah endüstrisinde ön sıralarda olabilirdik… Oysa yıllardan sonra savunma sanayinin gereğine inanarak zamanımızı yitirmiştik.

1948  yılında TUZLA UÇAKSAVAR OKULU’nda 9 ay M-8 KOMUTA ALETİ ve SCR-584
RADAR KURSU gördüm. Amerikalı ve İngiliz öğretmenler ders veriyorlardı. O günün ko­şullarında en teknik sayılan bu kurs komuta kontrol sistemleri, erken haber alma yöntemlerini içeriyordu. Böyle söylendiğine göre ABD, 16 adet 90 mm’lik Batarya verecek ve bizler bunlara
komuta edecektik.

Kursu bitirdik ama 90 mm’lik uçaksavar topları verilmedi…

Denilebilir ki ABD yardımı olarak bize verilen malzeme ABD açısından ya ihtiyaç fazlası ya da demode idi… Ancak 90 mm’lik UÇAKSAVAR TOPLARI elektronik savaş teknikleri içeriyor ve çağa uygun modern bir silah sistemi oluşturuyordu. ABD planına almasına karşın, kararını değiştirmiş ve bu teknolojiyi bizden esirgemişti. ABD’nin çirkin yüzü ve kötü niyetlerinin o günkü bilincinle yaşayarak öğrenecektim….

Günümüzde Türkiye hala HAWK uçaksavar füzesi peşinde… Oysa NATO içinde bizden başka HAWK füzesine sahip olmayan ülke yok.. PATRlOT’a gelince KÖRFEZ SAVAŞI sı­rasında emaneten getirdiler ve geri çektiler… Buna karşın bütün yetkiler ağız birliği halinde HA­VA SAVUNMA yeteneğinin geliştirilmesinden söz ediyorlar… Askersel çağı yakalamada dün­den bugüne değişen fazla bir şey yok gibi görünüyor…

Komünizm tehdidine karşı Batı, ABD liderliğinde 4 Nisan 1949 günlü KUZEY ATLANTİK ANLAŞMASI ile kurulan NATO’ya Batı Avrupa ülkeleri katıldılar. NATO kapısını aralamak için TÜRKİYE, KORE’ ye asker göndermede çok istekli bir tavır sergiledi… iktidar KORE’ de dö­külen kanların diyeti olarak NATO’ya girmeyi başardı. Tarih 18 Şubat 1952 idi…

1953 yılında KORE’ ye gönderildim. Güney Kore çağın silah teknoloji strateji ve taktiklerin sergilediği bir savaş laboratuvarı idi benim için. Türkiye’deki silahlarımız da aynı çapta idi ama, platformu sabiti yani demode idi. Tüm araçlarımızı sudan geçiş yeteneğinde idi ve RCAT* de­nilen pilotsuz uçaklara atış ediyorduk…

40 yıldır NATO içinde ASKERSEL BİR YAPI’ ya katılmış olan T. Slh. K.’lerinin tüm fa­aliyetleri ve donanımı ittifak kurallarına göre şekillenmiştir. Bu süreç içerisinde T. Slh. K.’lerinin NATO standardına ulaştırılmadığını algılamamıza KÖRFEZ SAVAŞI en büyük katkıyı yaptı.

I Körfez Savaşı ile AGİK Süreci ve SOĞUK SAVAŞ’ ın bitmesi aynı döneme rastladı… Dünya’daki değişim, NATO’ya, NATO’daki değişim TÜRKİYE’ ye yansıdı. T.SIh.K.leri bu anlayışla REORGANIZE edilmekte ve MODERNLEŞTİRİLME’ ye çakıştırmaktadır.

Türk Slh.K.leri yıllardan beri, RE-MO adlı bir plan ile aslında bu özlemi taşımaktadır. An­cak planı yaşama geçirecek dış ve iç kaynaklar hiç bir zaman yeterli olmadığı için, plan he­deflerine ulaşılamamıştır. Bu kez de yetkili kişiler MODERNİZASYON çabalarının bütçe ola­nakları ile sınırlı olduğunu ifade etmek gereğini duymaktadır. REORGANİZYON çabalarının bir bölümünü oluşturan PROFESYONEL ORDU özleminin, UZMAN ERBAŞ girişiminin 7 yıllık uy­gulamasından olumlu sonuç alındığı söylenemez. Ama “İstemek Yapmaktır” diyelim…

DÜNYA’ da ki DEĞİŞİM:

1945 yılında başladığı söylenen SOĞUK SAVAŞ 1990 yılında AGİK süreci içinde PARİS ŞARTI’ nın imzalanmasıyla noktalandı.

PARİS şartının ilk imzacıları: 16 NATO devleti, 7 WARSOVA PAKTI devleti,11 AVRUPA DEVLETİ olmak üzere 34’dür.

Bloklaşan dünyada iki kutup oluşturan NATO ve WARSOVA PAKTI üyelerinin ortak il­kelerde anlaşması umut yaratmış barışçıl bir YENİ DÜNYA DÜZENİ düşleri görülmeğe baş­lamıştı. KÖRFEZ SAVAŞI tüm umutları söndürdü… Emperyalizmin çirkin yüzü yeni bir boyut kazanmıştı… Bundan sonra emperyalist çıkarlara Birleşmiş Milletler örgütü maske yapılacaktı. Yapıldı da…

Nitekim George Bush’un Ulusal Güvenlik danışmanı olan BRENT SCOWCROFT “YENİ DÜNYA DÜNEZİ” ni tanımlarken (1)

“… ABD gücünü, koşulara bağlı olarak bazen BM, bazen bölgesel ittifaklar ve ko­alisyonlar yoluyla farklı biçimlerde de gösterebilir. Bu tür bir globalizm Amerika’nın ulusal çı­karlarına son derece uygun. Ve daha önce bu biçimde oynama imkânı bulamadığımız bir rol…” şeklinde konuşmakta ABD saldırganlığının bir yönüne ışık tutmaktadır.

Aynı kişi YENİ DÜNYA DÜZENİ’ nin ekonomik boyutundan söz ederken “ABD, ekonomik yönden dünyada açık bir ticaret sistemini desteklemeli ABD’nin yerkürenin hemen her yerinde ticari çıkarları var. Korumacılık bize çıkar sağlamaz.” şeklinde konuşmaktadır.

Serbest piyasa ekonomisi histerisine tutulmuş uluslar ekonomilerini şekillendirirken kendi ULUSAL ÇIKARLARI ile ABD ÇIKARLARI arasındaki çizginin yaşamsal önemini algılamak zo-

* Radio Control Aerial Target torundadırlar.

Boris YELTSİN’ e RUSYA’ nın PAZAR EKONOMİSİ’ ne geçişinde bir ABD’li uzman reh­berlik ediyor. Dünyanın bir çok ülkesinde bu süreç daha üstü kapalı yönlendiriliyor… Her yerde Amerikano filler iş başında… Onlar ülkelerinin çıkarlarını ABD’ye peşkeş çekmede yarışa gir­diler.

ABD Chicago üniversitesi Profesörü Marvin ZONIS 1992 yılında Türkiye’de yapılan bir sempozyumda kendisine sorulan “Türkiye’de bazı yöneticiler ABD’nin Türkiye dostu olduğunu söylüyor sorusuna: “MÜTTEFİK OLARAK ABD’nin ÇIKARLARINA HİZMET ETTİĞİ SÜRECE EVET. AMA HEPSİ O KADAR….” şeklinde yanıtlamıştır.(2)

ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher: (3)

“ABD, dünya lideri olma sorumluluğunu taşımaya devam edecektir…. Gerektiği zaman, çıkarlarımızı korumak için tek başımıza hareket edeceğiz, toplu karar alınmasının daha uygun olduğu zaman da bu cevapları sağlayacak ülke yine biz olacağız. Ama yanılgıya düşmeyin: YÖNETECEĞİZ.” şeklinde konuşmaktadır.

Şimdi dünya halklarının önündeki yaşamsal yeğlenme ABD liderliğinde YÖNETİLMEYİ kabul etme yada etmeme sorunudur…

İktidarlar ve onu yaşatan güçlerin BAĞIMLILIKLA, BAĞIMSIZLIK, YURTSEVERLİKLE SATILMIŞLIK arasında çizgiyi gözden geçirmesi gerektiğine inanıyorum.

Eğer, ABD eski ADALET BAKANI Ramsey Clark kadar gerçekleri görebilirsek iyimser ol­mağa başlayabiliriz. Bilindiği gibi Ramsey Clark, IRAK müdahalesi nedeniyle ABD yönetimini yargılattı ve suçladı.

Pek yakın bir tarihte ABD, LİDERLİK PARANOYASI’ nın bir yansıması olarak BAĞDAT’ a uluslar arası hukuku hiçe sayarak saldırdı. ABD basını bile bu saldırganlığa karşı çıktığı halde, ülkemiz suskun kalmağı yeğledi.

ABD’nin BM. eski daimi temsilcisi Jeane Kirkpatrich yazdığı yapıtta (4) “Günümüzde, ege­menlikten gönülsüzce, sadece güçlü olanların saldırısı karşısında vazgeçiliyor” demektedir. E-GEMENLİK’ten gönüllüce yada gönülsüzce mi vazgeçilecek ulusların önündeki soru bu… Ya Bağımsızlık, ya da Emperyalizm uyduluğu….

Dünyadaki değişim kuşkusuz GORBAÇOV’ un GLASNOST ve PERESTR’OKA po­litikasıyla hızlanmıştır, ancak ondan önceki AĞİK süreciyle, silahsızlanma görüşmelerini göz ardı edemeyiz. Yumuşama uzun ve zahmetli bir süreci kapsamaktadır. Nitekim: 1945’te Hİ-ROŞİMA’ nın bombalamasıyla başlayan ve ABD’nin bir süre elinde bulunan ATOM BOMBASI tekeli, SSCB tarafından kırıldıktan sonra NÜKLEER SİLAHLARDA başlayan yarışı, uzay ve fü­ze teknolojisi izlemiş dünya DEHŞET DENGESİ içine düşürülmüştür. Bu oluşum tarafları ilk kez 1963 yılında KÜBA KRİZİ’ yle karşı karşıya getirmiştir. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bu bunalım katkımızla aşılmıştır.

Bu olguyu yumuşama süresine damgasını vuran anlaşmalar izledi. (EK-1)

  • 10.1963’de ABD/SSCB sınırlı testleri yapmama anlaşması
  • 3.1970’de Nükleer Silahların yayılmasını önleme anlaşması (137 ülke)
  • Nisan 1972 Biyolojik ajanların üretimi ve yasaklanması ile ilgili protokol (58 ülke)
  • 5.1972 S ALT-1
  • 1973 Avrupa Güvenlik ve işbirliği konferansı (5-7) . — 1975 HELSİNKİ NİHAİ SENEDİ (35 ülke)
  • 9.1979 SALT-II anlaşması ABD/SSCB-ABD kongresi onaylamadı
  • 4.1984 Füze teknolojisi kontrol rejimi (MTCR) anlaşması onaylandı

—   1984 – 1988 “Avrupa’da Güven ve Güvenlik arttırıcı önlemler ve silahsızlanma kon­
feransı belgesi STOKHOLM’ de imzalandı ve 10 Ocak 1987’de yürürlüğe girdi.

— 8.12.1987 INF (ORTA MENZİLLİ NÜKLEER KUVVETLER) anlaşması ile sistemlerin
karşılıklı olarak kaldırılması Reagan ve Gorbaçov tarafından imzalanmıştır.

—  Aralık/1988 Gorbaçov’un BM’deki konuşması: (8) (EK-2)

“— SSCB, kendisine taarruz eden olmadıkça hiçbir ülkeye karşı askeri harekâta kal­kışmayacaktır.

—  Hiçbir zaman nükleer silahı kullanmada öncülük etmeyecek ve ilk kullanan ol­
mayacaktır.

  • Hiç bir ülkeden toprak talebinde bulunmayacaktı
  • Hiçbir ülkeye ve halka karşı düşman gözüyle bakmayacaktı”
  • 6 Mart 1989 Viyana’da “Avrupa Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler ve Silahlanma Konferansı belgesi – II” imzalanmıştı
  • 7.1990 NATO’nun LONDRA DEKLARASYONU
  • 17 Kasım 1990 Paris şartı (34 ülke) imzaladı.
  • 17 Kasım 1990 AKKA (Avrupa Konvensiyonel Silah İndirim Anlaşması) imzalandı.
  • Temmuz 1991 START I. Anlaşması imzalandı. ABD/SSCB
  • 7 Kasım 1991 NATO’nun ROMA ZİRVESİ
  • 3 Ocak 1990 START II. Anlaşması imzalandı ABD/SSCB (9)

Görüldüğü gibi, yumuşama ve değişim sanıldığı gibi ani olmamış 1960’lardan 1990’lara kadar uzanan süreç içinde birçok aşamalardan geçmiştir.

Tüm bu oluşumlar içinde kuşkusuz AGİK sürecinin önemi büyüktür. Aslında ilk kez Av­rupa Güvenlik Konferansı toplanılması fikri Varşova Paktı devletlerinin 1966’da yaptıkları top­lantıda öne sürülmüştür. (10) Daha sonra 1973 yılına uygulamaya konulan düşünce 1975 yı­lında Arnavutluk hariç 35 Avrupa ülkesi arasında imzalanan HELSİNKİ NİHAİ SENEDİ ile hayata geçirilmiştir. HELSİNKİ’ de başlayan Süreç 1990 PARİS ŞARTI ile güçlendirilmiştir. Kuşkusuz SSCB’deki oluşum AGİK sürecini hızlandırmıştır.

AVRUPA’DA ASKERSEL DEĞİŞİM ve TÜRKİYE

1990’da imzalanan AKKA anlaşması tüm Avrupa ülkelerinin askersel oluşumunu et­kilemiştir. Gerek asker sayısında ve gerekse harp silah ve araçlarında NATO ve VARŞOVA paklarında indirime gidilmiştir (11)

Devamlı Barış – Dengeli Avrupa (EK-3)

NATO içinde alınan bu karar ülkemize de yansımış asker sayısı azaltılmış ve Harp Silah ve araçları limite alınmıştır.

AKKA anlaşmasına göre MERSİN limanından başlayan ve 39’ncu paralel boyunca uza­nan bir hat çizilmiş ve bu hattın güneyi konvansiyonel kuvvet indirimi kapsamı dışında bı­rakılmıştır. Güneydoğu bölgesi dışında kalan ülke toprakları AKKA anlaşması kapsamı içine a-lınmıştır. Ama bu bölgede de PARAMİLİTER GÜÇLER indirim kapsamı dışında bırakılmıştır.

DOĞU-BATI ekseni üzerine kurulu tehdit senaryosuna göre, TÜRKİYE NATO’nun güney kanadında bulunuyordu. SSCB dağılınca tehdit ve riskler değişince olası savaş ekseni KUZEY-GÜNEY’e dönüştü. Böylece cephe ülkesine dönüşen TÜRKİYE’ nin Güneydoğusunun KÖR­FEZ SAVAŞI’ nda kullanılması düşünüldü. Bir koyup üç almak isteyenlerin özlemleri Slh. K.leri direnciyle engellendi. Direncin nedenlerini algılayabilmek için 1990 yılında T.SIh.K.lerinin du­rumunu ve çevre ülkelerin imkân ve kabiliyetleri ile oluşturduğu risklere doğru tanılar ko­nulmalıdır.

3 Aralık 1993 günü Milliyet Gazetesinde yayınlanmaya başlanan dönemin Gn. Kur. Bşk. Necip Torumtay’ ın açıklamaları Cumhurbaşkanı ÖZAL’ın sorunsuz ve sınırsız, telefon dip­lomasine dayanan kişisel politikasını gün yüzüne çıkarıcı niteliktedir.

Örneğin dönemin Hv. K. K. Org. Siyami Taştan’ın açıklamalarına göre (12)

Hv.Kuv.lerinin %40 modern (F.-16) %60 Modern olmayan -demode- uçaklardan oluş­makta. F-16’ların ise modern mühimmat, gelişmiş atış sistemleri elektronik harp sistemleri vb…. takviye edilip tatminkâr hale getirilmelidir.

Diğer kuvvetlerde de durum farklı değildir.

Hv. K. K. Diyor ki uçakların %40’ı iş görür ama onlarında henüz beyni gözü, kulağı, yok ta­mamlanmalıdır. Bu nedenle de KÖRFEZ SAVAŞI döneminde NATO ÇEVİK KUVVETİ’ne ev sahipliği yapmak durumunda kaldık.

Yetkili kişilerinde kabullendiği gibi, 1947’li yıllardan bu yana ABD silah, araç ve ge­reçleriyle yenilenen T.SIh.K.leri hiç bir zaman NATO standardına ulaştırılmadığı için, 1990’larda da tüm teçhizatı eskimiş ve demode olmuş durumda idi. Türkiye’de 1950’den bu ya­na çoğunlukla ABD yanlısı iktidarlar uzun süre T.SIh.K.lerimiz gereksinimlerini ABD yardımına bırakmış ve savaş sanayine yatırımı düşünmemiştir. KIBRIS ÇIKARMASI sonrasında uy­gulanan Amerikan ambargosu gözümüzü açmış ve bu yönde olumlu adımlar atılmaya baş­lanılmıştır.

ABD’ni eski Büyük Elçisi Abramowitz’in açıklamasına göre (18) ABD, Türkiye’ye 40 yılda 13 milyar dolar askeri yardım yapmıştır.

Körfez Savaşı öncesi IRAK, ordusunu teçhiz etmek için kısa bir dönemde 50 milyar dolar sarfettiği açıklandı. Bu çarpıcı örnek, ABD yardımının niteliğini sanırım göstermeğe yeter. Ab-ramowitz açıklamalarında:

“ABD, güçlü bir NATO için kuvvetli bir Türkiye’nin elzem olduğunu Türkiye’nin eko­nomisini geliştirmesi ve Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonuna yardım etmenin ABD’nin çı­karına olacağına SElA’da belirtmiş bulunmaktadır” şeklinde konuşmakta ve aynı kişinin bu yıl basına yansıyan bir raporunda “TÜRKİYE’nin PARÇALANABİLECEĞİNDEN söz etmesi an­lamlıdır…

ABD Başkanı yemin ederken AMERİKAN ÇIKARLARI’nı koruyacağını söyler. Birkaç ABD yetkilisinden verilen örneklerde de kesinlikle görüldüğü gibi Onlar için de ABD çıkarları ön plan­dadır. Böyle bir tavır kuşkusuz ABD’lilerin en doğal hakkıdır.Ülkemizi yöneten kişiler, ulusal çı­karlarımızı ABD çıkarlarının önüne çıkarak kadar yurtsever olabilirse geleceğe umutla ba-.^p kabiliriz.

Ne yazık ki, teknoloji üreten ulusların egemenliği sürmeğe devam edecektir. G-7 diye de tanımlanan kapitalist zengin ülkeler kendi çıkarlarına uygun, DOKTRİN ve STRATEJİ’ler üret­mekte ve bunları teknoloji kullanan ülkelere ihraç etmekte ittifak içinde olanlarını yön­lendirmektedir.

TOPTAN MUKABELE, ESNEK MUKABELE stratejileri bu amaca hizmet etti. Değişen teknolojik koşullar stratejide değişime neden olmaktadır. 1980-1981 yıllarında ABD Kara kuv­vetlenin benimsediği FOFA Konsepti (14) (Follow-On-Forces Attack) ne göre:

“Düşman mümkün olduğu kadar uzaktan tespit, teşhis ve tanınmasını ve buna bağlı ola-rakta saptanılan birlik ve tesislerin Hava/Kara manevra birlikleri ve ateş destek unsurları ile etki altına alınarak imhasını öngörmektedir.

NATO tarafından da benimsenen bu konsept günümüzdeki STARETEJİ DEGİŞİMİ’ne öncülük etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu konsept Asıl Muharebe hattına dayalı -LINEAR BATTLE- (Hattı müdafaa) muharebe şeklini ortadan kaldırmakta AMH’ye bağlı olmayan mu­harebe şeklini -NON LINEAR BATTLE- kabul etmekte ve netice alıcı hareket DECISIVE OPE­RATION çevik kuvvetlerin uygun bir şekilde konuşlandırılmasını gerektirmekte başrolü oy­nayacak LEADING  FORCE Kara havacılık birlikleriyle desteklenmektedir.  FOFA konsept

NATO tarafından JPI (Joint Precision Interdiction) şeklinde adlandırılarak benimsenmiştir.

23 Mayıs 1990 günü yapılan NATO SAVUNMA PLANLAMA TOPLANTI’ sının ortak bil­dirisinde: (15)

  • Avrupa’daki gelişmelere uygun şekilde, NATO ASKERİ STRATEJİSİ’nin gözden ge­çirilmesi ve
  • Savunma gereksinimlerinin bu stratejiye uyarlanması kararlaştırımış 5-6 Temmuz 1990 tarihli NATO toplantısı sonrasında LONDRA DEKLARASYONU yayınlanmış YENİ NATO STRATEJİSİ’nin esasları saptanılmıştı

7-8 Kasım 1991 günleri NATO’nun ROMA’DA yapılan ZİRVE TOPLANTISI’nda (16)

“— NATO’nun Avrupa güvenliğinin sağlanmasında temel bir kuruluş olarak kalmağa de­vam edeceği, diğer kuruluşların ise NATO’yu tamamlayıcı bir nitelik taşıyacakları konusunda ortak bir karara varılmıştır.

  • Yeni NATO STRATEJİ’si onaylanmıştı YENİ NATO STRATEJİSİ:
  • Barışın korunması temel ilke olarak benimsenmiş,

I        — Savaşın önlenmesi ve gerginliğe sebebiyet verecek olayların barış ve buhran dö­nemlerinde giderilmesi düşünülmüş buhran yönetiminin önemi artmış,

— Bunun gerçekleştirilmesi için diyalog ve işbirliği önem kazanmış,

  • Savaşın önlenmesi için asgari düzeyde konvansiyonel ve nükleer kuvvet karışımına gereksinim duyulduğu benimsenmiş,
  • Yeni yapı içerisinde, çok uluslu kuvvetlerin kurulması kararlaştırılmış,
  • Herhangi bir taarruza karşı, yüksek hareket kabiliyeti, daha küçük, ancak ateş gücü yüksek, standardizasyonu sağlanmış ve elastikiyete sahip kuvvetlerin bulundurulması kabul e-dilmiş,
  • Daha önceki “İLERDEN SAVUNMA” – FORWARD DEFENCE- Konsepti yerine uygun yerlerde Azaltılmış Kuvvetlerde REDUCED FORWARD PRECENSE ilerde bulunma konsepti benimsenmiş
  • Nükleer silahların barışın korunması için elde bulundurulması gerek olduğu kabul edil­miş

NATO ülkelerindeki ve TÜRKİYE’deki askersel değişimler kuşkusuz saptanılan bu il­kelere göre düzenlenmektedir. Hedeflere ulaşma her zaman olduğu gibi finansal olanaklarla sınırlı kalacaktır.

ROMA kararlarından sonra Savunma ve Havacılık Dergisi Türk Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Muhittin FISUNOĞLU ve Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korg. Dimitrios SKARVELİS’le söyleşi yapmış ve aynı soruları sormuştur. Verilen yanıtlar arasındaki koşutluk gözden kaç­mamaktadır.

TEHDİT KAVRAMI YERİNE RİSK KAVRAMI

Avrupa’da beklenilmeyen ani değişiklikler sonucu SSCB dağılıp BDT’ye dönüşmüş, sos­yalist blok dağılmış, Paris şartı ve AKKA anlaşmaları imzalanmış, soğuk savaş sona ermiş, Sovyet tekdidi üzerine kurulu stratejiler değişmiş olmasına karşın, belirsizlik ve istikrarsızlıklar SOĞUK SAVAŞ sonrası döneme damgasını vurmuştur. Bu nedenle STAREJİ’lerin oluş­masında risk kavramı etken olmaya başlamıştır.

Jeopolitik ve Jeostratejik konumu içinde -HEARTLAND- DÜNYA ADASI’nın merkezinde Kuzey-Güney, Doğu-Batı deniz ve kara geçiş yollarından kavşağında bulunan Türkiye BAL­KANLAR- KAFKASYA ve ORTADOĞU’dan oluşan kriz odaklarının merkezinde bulunmaktadır. Bu konumuyla Avrupa ülkelerinin karşılaşabileceği benzer riskler yanında, kendine özgü risk-feride göğüslemek zorunda kalabilir. Şöyle ki:

  • Çevre ülkelerdeki belirsizlik ve istikrarsızlıktan kaynaklanan riskler:
  • BDT Demokratikleşme ve pazar ekonomisine geçme özlemleri,
  • Rus milliyetçiliği,
  • Sovyet donanmasının bölüşülmesinden doğan sorunlar,
  • Nükleer silahların kontrolü,
  • Nükleer uzmanların, teknolojiyi 3.dünya ülkelerine aktarması,
  • Etnik çatışmalar,
  • Sınır çatışmaları, BALKANLAR ve YUNANİSTAN
  • Etnik ve dinsel çatışma,
  • Milliyetçi akımlar,
  • Ekonomik güçlükler,

—   Kıbrıs sorunu / Ege sorunu / Türk azınlığı sorunu / Adaların silahlandırılması / Si­lahlanma yarışı,

  • IRAK Kuzeyinde otorite boşluğu,
  • Etnik ve mezhepsel muhalif gruplarla ilgili sorunlar,
  • Silahlanma çabaları,
  • Sınır çatışmaları, Su sorunu,
  • İRAN Silahlanma,
  • Etnik sorunlar,
  • Rejim ihracı,
  • Türk Cumhuriyetler üzerinde rekabet,
  • Nükleer silah ve füzelere sahip olma çabası,
  • SURİYE Silahlanma,
  • Bölücü akımlara destek verme,
  • Hatay üzerindeki niyeti, * — Su sorunu,

Tüm bu ve benzeri risklere ortak risklerde eklenilebilir:

  • Terörizm,
  • Sabotajlar,
  • Etnik bölücülük,
  • Stratejik maddelerin teminindeki yarış ve bu maddelerin ulaşımının korunması gereği,
  • Ekonomik farklılıklar,
  • Ekoloji ve
  • Nüfus çokluğundan doğan sorunlar…

KARA KUVVETLERİ

O halde SAVUNMA KONSEPTİ’mizi saptarken tüm bu faktörleri göz önünde bu­lundurmak zorunluluğunda olduğumuzu söyleyebiliriz. Buna göre T.SIh.K.’lerimiz yeniden ya­pılanmasında ağırlık KARA KUVVETLERİ’ne verilmektedir. Bu amaçlar Kara kuvvetlerinin: (17)

—     Üstün hareket ve ateş gücüne sahip yeterli birliklerden oluşması,

  • Gelişmiş keşif gözetleme ve hedef tespit olanaklarını sahip bulunması,
  • Her koşulda gece ve gündüz savaşma yeteneğinde, bulunması,
  • Daha özlü modern ve uzman bir yapıya sahip olması öngörülmüştü Bu amaçla Tümen ve Alay kuruluşu yerine Tabur ve Tugay kuruluşu esas alınmış ve
  • Kur ve Kuvvet Komutanlıkları karargahları ile
  • Ordu ve Kolordu karargahları korunmuş,
  • Piyade tümen 1’e indirilmiş,
  • Piyade tugay sayısı 13’e çıkarılmış,
  • tugay sayısı 14’e çıkarılmış,
  • 2 komando tugayı muhafaza edilerek 26 olan Tugay sayısı 44’e çıkarılmıştı

Kara Kuvvetlerinde yaklaşık 490.000 kişilik kadrosunun 1992 Temmuzuna kadar 300-350.000’e indirileceği açıklanmıştır. (19)

PROFESYONEL ORDU GİRİŞİMİ

        Sırası gelmişken, T.SIh.K.lerindeki personel kaynaklarında düşünülen değişiklikler ve pro­fesyonelleşme çalışmalarından söz etmek istiyorum. (20)

  • Harp Okulu mezunlarının sayısı-muvazzaf-subay azaltılacak yerine sözleşmeli subay i-kame edilmesi,
  • Ast subaylardan subaylığa geçişin özendirilmesi ve
  • Barışta ve seferde üniforma gerektirmeyen görevlerin sivil yada emekli askere ve­rilmesi çalışması ile \
  • Uzman erbaş yasasına göre personel alınması ve
  • Seferberliğin süratlendirilmesin! amaçlayan yeni yasa çıkarılması düşünü

UZMAN ERBAŞ yasası 1986 yılında çıkarılmıştır. 5 yıl sonunda varılan nokta olumlu gö­rünmemektedir. Şöyleki

K.K.lerindeki 21.031 kişilik kadroya karşın 206 kişi alınabilmiştir (%:1)

Dz. K.lerindeki 31 kişilik kadroya karşın 16 kişi alınmıştır (%50)

Hv. K.lerindeki 143 kişilik kadroya karşın 35 kişi alınmıştır (%25)

J.Gn.K.lerindeki 14.790 kişilik kadroya karşın 5.950 kişi alınmıştır (%40)

Tabloda görüldüğü gibi özellikle K.K’leri açısından durum iç açıcı görünmemektedir. Oysa 1992 yılında olağanüstü hal bölgesinde görevlendirilecek bir uzman çavuşa 3.800.000 TL ma­aş verilmesi kararlaştırılmıştır ki bu rakam aynı derecedeki devlet memurunun çok üstünde tu­tulmuştur. Sağlanan ek olanaklara karşın UZMAN ERBAŞ kadroları doldurulamadığı için ko­mando ve özel harekat timlerinde görev alacak uzman erbaşlara 11 milyon 500 bin, uzman çavuşlara da 12 milyon maaş ödenecektir (21) Bunun dışında günümüzün modern ordularında kullanılan araç ve gereçlerin, özellikle elektronik harp ve füze teknolojisine dayalı olanlara çok komplike ve pahalıdır. Bunlar belirli bir süre hizmet verecek askerlere bırakılmaması için profesyonelleşme öngörülmüştür:

Örneğin: Bir REDEYE uçaksavar roketinin fiyatı 300 milyon TL (1992 fiyatı)

Bir STINGER füzesinin fiyatı 200 milyon Tl dır. (1992 fiyatı)

Bu silahlanın nişancıları simülatör eğitimi yanında asgari 2-3 tane eğitim roketi atlıktan sonra nişancı olup, silahın uzmanı olabilir. Bir nişancının yetişmesi milyara mal olan bir sis­temin amatör kişilere bırakılması kuşkusuz düşünülemez.

T.SIh.K’lerinde ilk etapta 35.914 uzman erbaş alınması düşünülmüştür. Bu kişilerin iyim-

m ser bir rakamla maaşlarıyla birlikte devlete 10-15 milyon TL’ye mal olduğunu varsayarsak tril-

■ yonlarca lira Türkiye bütçesinden ayrılması gerekmektedir. İkinci etapta 81.523 kişiye çı-

■ karılması   planlanan   Uzman   Erbaş’lara tahsis  edilecek  miktarın  o  ölçüde  artması   söz

konusudur.

MODERNİZASYON ve STANDARDİZASYON

Tüm bu tasavvurlara karşın, yetkili kişiler karamsar görünmektedir.

— Gn. Kur. Bşk. Org. Doğan GÜREŞ (1990)

“Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütçesi mevcut durumu idameyi ve sınırlı modernizasyonu ön­gördüğünden yakın gelecekte kaynakların kullanılması yönünde büyük bir değişiklik bek­lenmemektedir.”

— M.S.B. Nevzat AYAZ (1992) (24)

“Modernizasyon projelerinin, profesyonel ordu konseptinden ziyade, mali imkânlarla bağ­lantılı olduğu unutulmamalıdır.

K.K.K. Org. Muhittin FISUNOĞLU (1992)

“ULUSAL BÜTÇEDEN SAVUNMA HARCAMALARINA AYRILAN PAY DRAMATİK ŞEKİLDE AZALMIŞTIR.”

“… modern silahlarla donatılacak küçük orduların bakım ve işletme masrafları çok yüksek olacak ve teknolojik bağımlılığı da beraberinde getirebilecektir.” şeklinde konuşmaktadırlar.

Oysaki 1990 yılında PARİS ŞARTI ile AKKA anlaşmasının yarattığı hava içerisinde sa­vunma harcamaların azaltılması da düşünülmüş, bazı Avrupa ülkelerinin Savunma Büt­çelerinde indirim gerçekleşmiş olmasına karşın, 1991 savunma bütçesi, 1990’a göre %66.5’lik bir artış sağlanmış ve MSB’lığı bütçesinin genel bütçe içindeki payı %12.6 gibi oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Buna karşın MODERNİZASYON projeleri daha ziyade SSM (Savunma Sanayi Müsteşarlığı) ve TSKGV (Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı)’na bı­rakılmıştır. SSM’ye 1991 yılına kadarlık dönem içinde sağlanan gelir 2.8 Trilyon miktarında kal­mıştır. TSKGV’nin payı ise semboliktir. Bu rakamlarla yapılabilecek girişimler sürdürülmektedir. Ancak Modern orduların silah araç ve gereçlerinde çok pahalı olduğu da bir gerçektir. Örneğin: Bir leoparoll tankı 2.800.000 Dolar’dır.

T.SIh.K.lerinin kullanımına ayrılan kaynaklar (26)

Bütçe içi kaynaklar ve diğer kaynaklar olmak üzere iki grupta toplanmaktadır.

  • Bütçe içi kaynaklar: (1988 verilerine göre)
  • MSB bütçesi,
  • FMS borç geri ödemeleri,
  • Devlet (Firma kredileri geri ödemeleri),
  • Gn. K.’lığının Savunma Harcamaları,
  • Bakanlıkların Savunma harcamalarından oluş
  • Diğer kaynaklar:
  • SAGEB fonu,
  • TSKGV gelirlerinden oluşan iç kaynaklar,
  • ABD güvenlik yardımı,
  • Almanya’nın dilim yardımları,
  • ABD’nin Güney kanat ülkelerine yaptığı yardım,
  • Almanya’nın özel tehçhizatlandırma yardımından oluşmaktadı

Daha öncede belirttiğimiz gibi, T.SIh.K.’leri 1947’rden 1960’lara kadar kendisine verilen silah araç ve gereçle yetinmiş, donanma için yeterli kaynak ayırmamıştır. 1960’tan sonra KIBRlS’daki durum nedeniyle Slh.K.’ler bu harekâta uygun Slh ve donanımı sağlamış ve 1974 yı­lında KIBRIS HAREKATI gerçekleştirilmiştir. Türkiye anlaşmalardan doğan GARANTÖRLÜK HAKKI’nı kullanmış olmasına karşın, başta ABD olmak üzere Batı bu müdahaleyi onaylamamış ve ABD Türkiye’ye ambargo koymuştur. Gn.Kurmay Başkanı Org. Doğan GÜREŞ’in açık­lamasına göre (27) Ambargo T.SIh.K.lerinin:

  • Komuta kontrol sistemleri
  • Atış gücü
  • Hareket yeteneği
  • Hava Savunma
  • Amfibik araçlar
  • Yakın ve mukabil hava harekâtı

—   Muhabere hizmet desteği gibi, muharebe fonksiyonlarında bazı zaafları ortaya çı­karmıştır. Siz buna Slh.K.leri felç etmiştir diyebilirsiniz. Ama ambargo bir yönü ile de çok fay­dalı olmuş, Slh.K.leri kendi olanaklarımızla donatmak için bazı girişimler o tarihte başlatılmış
bugüne kadar da oldukça mesafe alınmıştır. “Kendi uçağını kendin yap” kampanyası o dönemdeki girişimlerden biridir.

Gene Gn.Kur.Bşk. Org. Doğan GÜREŞ’in açıklamalarına göre (28) Ambargo sonucu olu­şan zaafiyeti gidermek için, Tank ve Top modernizasyonu gerçekleştirilmiş, ZMA* üretimine başlanılmış, bazı deniz araçlarının tersanelerde üretimine başlanılmış, F-4 uçakları alımış, F-16 uçaklarının üretimine devam edilmektedir. Bunun dışında 35 mm’lik uçaksavar toplarının (ODERÜKON) imali için Fb. kurulmuş, RAPIER füzeleri sağlamış, Uçak lastik Fb kurulmuş ve MKEK’da mühimmat imali çeşitlendirilmiştir. ASELSAN’ ile komuta kontrol, yeteneğine katkıda bulunulmaktadır. 1990 yılında imzalanan AKKA anlaşmasının sağladığı olanaklar ve Türkiye’nin körfez sa­vaşındaki tutumu T.SIh.K.lerinin modernizasyon çalışmalarına büyük katkıları olmuş ve çoğu demode olan teçhizatı yenilenmiştir.

AKKA’ya göre Türk Silahlı Kuvvetleri için tanınan tavan (29) Güney Doğu Bölgesi hariç Personel mevcudu 530.000, 2795 Tank, 3120 ZMA, 3523 Top, 750 Savaş uçağı, 43 Taarruz Helikopteridir.

MSB Nevzat Ayaz’ın açıklamalarına göre (30) 1988-1991 yıllarını kapsayan dört yıllık NA­TO SAVUNMA YARDIMI çerçevesinde  HOLLANDA- 60 adet NF-S5 uçağı, Alman Federal Cumhuriyeti: 230 adet Leopard Tankı (80’i, 1A1, 150’si 1A3), 350M-113ZPT, 300 BTR-60 ZMA (Doğu Alman), 71 ABD Adet F-4E uçağı, ZMA: Zerhik Muharebe Aracı *ZPT: Zarlık Personel Taşıyıcı, 3 Adet C-130 uçağı, 21 Adet 155 mm, M114 A2 çekili obüs verilmiştir.

TÜRKİYE VE KOMŞULARI

Haritada görüldüğü gibi SSCB dağıldıktan sonra Türkiye’ye yeni komşular eklenmiş ve ül­kemiz riskler deniz ortasında adeta bir ada gibi yeni sorunlarla karşı karşıya gelmiş bu­lunmaktadır. Doğu-Batı-Kuzey-Güney hudutlarımızda olası risklere karşı kuvvet dengeleri ve yeni strateji ve tehdit değerlendirilmelerinin analizi söyleşimizin kapsamına girmez mevcut du­rumu şematik göstermekle yetinmek durumundayım.

Ancak halen NATO paktı içinde bulunmuş olmamıza karşın YUNANİSTAN’la ilişkiler her-geçen gün kritik bir boyut alma istidadında görünmektedir. KIBRIS sorununda Türkiye yalnız bırakılmış, müttefiklerinin sürekli baskılarına muhatap kılınmaktadır.

NATO paktı içinde bulunan ülkeler AT, BAB ve benzeri örgütlerle bütünleşme çabası için­de bulunmalarına karşın, TÜRKİYE’ye sürekli üvey evlat muamelesi yapılmaktadır.

Özellikle güney komşularımızla ilgili sorunlar, Çekiç güç, 36-39 paralel arasında KÜRT DEVLETİ oluşturulması girişimleri ve PKK sorunu olası riskleri artırmaktadır.

Güneydoğu bölgesinde saatte 11 milyar TL harcandığı açıklanmıştır (31) üretime dönük olmayan bu ve benzeri harcamalar yatırımları geciktirmekte enflasyonu körüklemektedir. So­runu çözümü için şahinlerle güvercinler arasındaki çatışmada şu anda şahinler kazanan taraf gibi görünmektedir. Ancak bu çözümün dünya kamu oyundan Türkiye üzerinde demokratik baskıyı artıracağını söyleyenlerde azımsanmayacak kadar çoğalmıştır.

PKK’ya karşı Avrupa’nın bazı ülkelerindeki tavır değişikliği ardından ülkeye batı bloğu ta­rafından kronikleşen sorunları içeren, istekler paketinin dağıtılacağı muhalefet partililerinin yet­kililerince dile getirilmektedir.

“Adriyatikten Çin Şeddine kadar” edebiyatının ardına sığınarak politik moral aşılayanların hesapları tutmamış gibi görünmektedir.

Değişen dünya koşulları içerisinde NATO içinde kanat ülkesi konumunda olan Türkiye Cephe ülkesi duruma düşmüş ve çepeçevre risk ve sorunlarla karşı karşıya gelmiş bu­lunmaktadır.

SOĞUK SAVAŞ’ın bitiminden bu yana Batı Bloğu; Batı-Doğu eksenindeki olası çatışma doğrultusunu Kuzey-Güney olarak saptamış ve müslümanlığı düşman seçmiştir.

KÖRFEZ SAVAŞI’ndan bu yana Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin Müslümanlar üze­rinde kullanılması için ABD emperyalizmi yoğun bir çaba içinde bulunmakta RADİKAL İSLAM tüm dünyada sistematik bir şekilde suçlanırken, Türkiye’de Laiklik ilkesine emperyalistler sahip
çıkmağa başlamıştır. Gerçek laiklerle, emperyalist, yanlısı laiklerin ayrımı özenle yapılmak; akla kara ayrılmalıdır.

Tüm bu olumsuzluklar Türkiye’de uygulanan ABD yapısı iktidarların politikasının iflasını sergilemesine karşın, YENİ DÜNYA DÜZENİ kandırmaca sı içinde, ABD’nin dünya liderliğine soyunmuş olması ve bu olgu içinde ülkemizi çıkarlarının cephe hattına sürme girişimlerinin ar­dındaki niyetleri kavramak ve ulusal çıkarlarımıza uyarlı politikalar üretmeliyiz…

KAYNAKÇALAR

  • NPQ (Türkiye) Cilt # 1993 Sahife 8-12
  • “Amerikalı gözüyle-Milliyet: 1 ARALIK 1992-Açık Pencere-Melih AŞIK
  • Cumhuriyet: 29 MAYIS 1993
  • “The withering Away of the Totalitarien State”

– Totaliter devletin sonu –

  • “Avrupa Güvenlik Konferansı” Milliyet: 23 ARALIK 1969- Sezai orkunt
  • “Avrupa Güvenlik Konferansına doğru” Milliyet: 27 MART 1972

– Prof. Mehmet GÖNLÜBOL

#(7) S & H (Savunma ve Havacılık Dergisi), No: 6/90

  • S & H, No: 2/90
  • S & H, No: 6/90

(10) 6.’daage
(11)S&H, No: 2/90
(12) S &H, No: 6/90
(13)S&H, No: 3/90
(14) S & H, No: 2/92 \
(15)S&H, No: 3/90
(16)S&H, No: 2/92
(17)S&H, No: 4/92
(18) 16.’daage

^19)S&H, No: 1/92

  • ‘daage
  • Milliyet: 28 Kasım 1993
  • S & H, No: 1/92
  • S & H, No: 6/90
  • S & H, No: 1/92
  • S & H, No: 4/92
  • S & H, No: 1/88
  • S & H, No: 1/90
  • 25’de age
  • S & H, No: 6/90
  • S & H, No: 1/92
  • Cumhuriyet: 2 Aralık I993

 

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....

anlaşmalı boşanma

anlaşmalı boşanma