KESK 16.12.1998
ABD EMPERYALİZMİ, ULUSLAR ARASI KAPİTALİZMİN ÖRGÜTLERİ VE İŞKENCE
KESK 16 ARALIK 1998
Sayın Başkan, Sayın Konuklar, Öncelikle hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.
Panelin konusu kapsamında olan kavramlar: “İnsan hakları, Barış ve Demokrasi” tüm insanlığın ortak özlemi olmasına karşın bu konulardaki sorunlar ne yazık ki her geçen gün yeni boyutlar kazanmaktadır. Kanımca bu olgunun kökeninde Yeni Dünya düzeni’ne geçişin çalkantıları yer almaktadır.
Büyük bir çoğunluk Soğuk Savaş bitince 1990 yılında Paris’te imzalanan barış anlaşmasıyla bu sürecin başladığını kabul etmektedir. Kanımca bu görüşü benimseyenler yanılgı içinde bulunmaktadır. Sosyalizm teoride Enternasyonal (uluslar arası) olmasına karşın uygulamada bu hedefe ulaşamadı. Bu söylemimi “Sosyalizmin bittiği” anlamına algılamamanızı rica ediyorum.
Gerçekte SBD kurulduğu günden beri uluslar arası kapitalizmi hedeflemektedir. Nitekim ABD’nin ilk başkan George Washington’un üst düzey mason olması 1$ ın arka yüzüne yansıyan simgede görülmektedir. Masonluğu temsil eden piramidin üstünde bir göz görülmektedir. Mason sözlüğünde göz: “Tanrının kullarını sürekli olarak gözlediği….” Şeklinde tanımlanmaktadır. Göz sembolü Tevrat’ta da “Rabbin gözleri” şeklinde yer almaktadır.
Bu başlangıç ABD’nin masonik yapısı yanında Siyonizme yakınlığı göstermektedir. Zamanla ABD kapitale egemen olan kişilerin çoğunun Yahudi kökenli olması düzende egemen olması sonucunu doğurmuştur. Henry Ford, “Beynelminel Yahudi” adlı kitabında bu yapılanmaya karşı çıkması durumu değiştirmiştir.
1$’ın arkasındaki piramidin altında Latince: “Novus Ordo Seclorum” yazmaktadır. “Çağların yeni düzeni” şeklinde tercüme edilen bu deyim. ABD’nin uzun erimli hedefini sergilemektedir.
Kuşkusuz ABD’nin ilk günden beri çıkarlarını korumasını öncelikli hedef olarak seçmesine karşı çıkılamaz. Ancak Emperyal emeller günden tüm devletlerinin çıkarları diğerlerinin zararına işlemektedir. Olayın bizi ilgilendiren yanı da budur.
Bilindiği ABD, 19’ncu yüzyılda “Monro Doktrini” ni benimseyip “Amerika Amerikalılarındır” şeklinde Amerika kıtasıyla sınırlı bir anlamda “tecrit politikası uygulamıştır.
Birinci dünya Savaşından sonra İngiliz emperyalizmi düşüş sürecine girerken ABD emperyalizmi duraksamadan bu boşluğu doldurmaya başlayıp yükselişe geçmiştir. Bu oluşuma karşın Anglo-Amerikan birlikteliği süre gelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonunda en kazançlı çıkan ABD, dünya egemenliği hedefine ulaşmak için, “uluslar arası kapitalizmin örgütlerini kurmaya başlamıştır”.
Bu amaçla 1920’lerde CFR (Comission of Foreign Relation) kurulmuştur. Bu oluşumu Yeni Dünya Düzeni’ne atılan ilk adım olduğunu düşünmekteyim. CFR kurulduğu günden günümüze kadar ABD’nin tüm başkanları (Reagan hariç) bu örgütün üyeleri olmaları örgütün gücünü göstermek için yeterlidir. (Reagan’ın yardımcısı Bush örgüt üyesidir). CFR’de ABD’nin tüm önde gelen şahsiyetleri, Banker, Sanayici, Devlet adamı, Akademisyen vb.. yer almaktadır. Kuruluşun fikir babası ve finansörü David Rockefeller üstlenmiş, ABD’nin kuruluşuna egemen olan masonik ve Siyonist yapı CFR’ye yansımıştır. Bu güçlü yapısıyla örgüt dünya egemenliği ve politikasına yön vermede etkili bir karar organı olma niteliği kazanmıştır.
Bu oluşum 1954 yılında Avrupa’ya yansıtılmış ve BILDERBERG örgütü kurulmuştur. Örgüt adını Hollanda’da Ostbourg kentinde toplandığı otelin isminden almaktadır. BILDERBERG’ in kuruluşunda etkin olan kişi Polonyalı Yahudi asıllı Josef Retinger olup ilk başkanlığını Hollanda Prensi Bernard üstlenmiştir. Finansman D. Rockefeller ile Edmond de Rotchild gibi iki ünlü banker tarafından sağlanmıştır. Kuruluş her yıl değişik bir ülkede toplanıp “uluslar arası kapitalizm’in” yeni dünya düzeni hedefine ulaşmak için kararlar almaktadır. Tüm toplantılar gizli olduğu için açıklanmamaktır. Genellikle BILDERBERG toplantılarını daha geniş katılımlı DAVOS toplantıları CFR, Trilateral, Bilderberg üyelerinin liderliğinde yapılmakta kararlar yaşama geçirilmektedir. BILDERBERG toplantıları katılımcılarına BILDERBERGS denilmektedir. Kuşkusuz katılımcılar belirli ölçütlere göre saptanılmaktadır….
1959’da YEŞİLKÖY’ de 1975’de ÇEŞME (Altınyunus Oteli)’ nde olmak üzere iki kez Türkiye’de toplanılmıştır.
1975 BILDERBERG toplantısı katılımcılarını dikkatinize sunmak suretiyle günümüzdeki DEMİREL-ECEVİT yakınlaşmasına yeni bir boyut getirmek istiyorum. 1975 yılında Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit’in böylesine özel bir toplantının birlikte katılımcı olmaları durumdan haberi olmayanları şaşkınlığa düşebilir. Çünkü o yılları yaşayanların anımsayacakları gibi, Ecevit, Karaoğlan imajıyla Sosyal demokrasinin lideri olarak politika sahnesinde Demirel’le kıyasıya bir çatışma içinde bulunuyordu. Halkımızda bu iki lider ve partilerinin yandaşı olarak kutuplaşmıştı. Zaman yetersizliği nedeniyle diğer katılımcılar üzerinde durmaksızın değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum. Ancak, Selahattin Beyazıt (iş adamı) ve M. Nuri Birgi (Büyük Elçi) adları üzerinde durmalıyız çünkü başlangıçta bütün toplantılara katılan Birgi’nin yerini 1971 yılında Selahattin Beyazıt almaktadır.
Her üç örgütte (CFR, Trilateral, Biderberg) yer alan hemen hemen tüm toplantılara katılan Henry Kissinger 1994 yılında Türkiye’ye geldiğinde bir gazetede yer alan açıklamasında “Türkiye’de tanıdığı ilk dostunun Selahattin Bayazıt” olduğunu ifade etmektedir. Nedeni araştırılmaya değer……
1975 Çeşme Toplantısında yabancı katılımcılar içinde CFR üyeleri yanında dönemin NATO Genel Sekreteri Joseph Luns’da bulunduğu görülmektedir. NATO’nun da bu yolla BILDERBERG ÖRGÜTÜ denetimine alındığı söylenebilir.
Bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan BILDERBERG toplantılarına katılmış kişiler bulunmaktadır. Son yıllardaki toplantılara Dış işleri Başkanlığı ve Merkez Bankası Müdürlüğü ve Özelleştirme İdaresi Başkanları alınmaktadır. Bir toplantıda bizim Dış İşleri Bakanımızla Yunan Dış İleri Bakanı Pangalos’un bulunması ilginç bir durum oluşturmaktadır……
Son yapıtımda “KONTRGERİLLA CUMHURİYETİ” idi. Bugünlerde basında “MAFYA CUMHURİYETİ” söylemine sıkça rastlanmaktayız. Geçen ayda Başbakan Mesut Yılmaz aynı söylemi yineledi…. Kuşkusuz bu oluşumun sorumluları ABD güdümlü politikaları benimseyen sağcı iktidarlardır. Düzeni adlandırmada ben şahsen yanıldığımı kabulleniyorum. Bugünkü düzenin en doğru tanımlaması “BILDERBERGS CUMHURİYETLERİ” olabilir.
1970’lerde Uluslar arası Kapitalizmin iki örgütüne (CFR, BILDERBERG) bir yenisi katıldı: TRILATERAL. Bu kuruluş adından da anlaşılacağı gibi üçlü bir oluşumdu ve Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya’dan oluşuyordu. Emperyalistler, Japonya’yı da sistem içinde alıp dünya egemenliği hedefi için önemli bir adım atmışlardı.
Kuşkusuz emperyalist bu ağ sayısız yan örgütler ve NGO’lar yanında istihbaratı örgütleriyle de desteklenmektedir.
Bu örgütler için “Serbest piyasa söylemi” yle sloganize edilen Liberal ekonominin kuramını oluşturan “The Mont Pelerin Society”’dir. 1974 yılında ünlü iktisatçı Milton Friedman tarafından kurulan bu örgüt dünyadaki politik oluşuma koşut olarak her yıl bir yerde toplanıp Yeni Dünya Düzeni’nin ekonomik kuramını oluşturmaktadırlar…..
Şimdi de CFR, Trilateral ve Bilderberg kuruluşlarına üye olanlardan etkili kişilerden örnekler verip onların tanımlaması ile “Global Elite = Küresel seçkinler” arasındaki hiyerarşiyi saptamaya çalışalım. CFR üyesi olmak için ABD vatandaşı olmak zorunluluğu vardır. Bu nedenle üç yıldız ABD’i seçkinlerin tekelindedir. Avrupalı üye iki yıldızlı olabilir. (Trilateral ve Bilderberg üyesi) seçilmiş Türkler sadece Bilderberg üyesi olduğu için tek yıldızla hireyarşinin en altında yer almaktadır. Loca hiyeraşisi gibi global sistemlerde kuşkusuz altta olanlar alınan kararları uygulama durumundadır…. ÖZELLEŞTİRME HİSTERİ’si bu oluşuma güçlü bir örnek oluşturmaktadır.
Anılan örgütlerin üyeleri mason, Rotaryen, Lions okulları durumda artı özellik kazanmakta Küresel seçkinler içinde konumları güçlenmektedir.
Kapitalist Enternasyonalin örgütleri finansörleri ABD’de Rockefeller ailesi, Avrupa da Edmond de Rotchild olup G. W. Ball, Z. Brezinski ve Henry Kissinger beyin takımını oluşturmaktadır. Z.Brezinski Trilatreal komisyonu kurulmasına öncülük etmesi ve bir süre başkanlığını yapması O’nun etkinliğini artırmaktadır.
Polonya kökenli Brezinski, Polonya kökenli Papa II. Jean Paul ve Lech Walesa üçgeninin işbirliği sonucu Polonya’da sosyalist sistemde ilk gedik açıldığını anımsamalıyız.
- Kissinger’in iç yüzünü** 12 Ekim 1996 günü TGS, Basın müzesinde düzenledim bir basın toplantısında açıkladım. Aktif yaşama istihbaratçı olarak AZARBAYCAN’ da Alman Esirlerini sorgulamakla başlayan bu kişi NIXON döneminde CIA’de denetiminde tutuyordu. Aslında Kissinger’in kişiliğinde ABD emperyalizmiyle O’na ülkemden destek olan çevrelere karşı çıkmama rağmen bugüne kadar savlarımı yadsıyan bir yayın yapılmadı. Bu hafta yayınlanan bir dergide konu özünden saptırılarak başka kanala çekilmek istenmektedir. Bu davranışı doğal karşıladım. Çünkü söz konusu derginin bağlı olduğu medya grubunun patronu da Bilderbergsdir ve H. Kissinger’le örgütsel ilişki içinde YDD’de yerini almıştır…..
Aslında yıllardan beri dünyadaki kirli ve karanlık işler, müdahaleler ve darbelerde parmağı olan bu kişinin ŞİLİ DARBESİ’nde oynadığı rol iki yıl önce açıkladığım şekilde bugün basında yer almaktadır.
Kıbrıs’ta Türkiye’nin aleyhindeki darbe girişimlerinde ardında yer alan bu üç yıldızlı kişinin ülkemizdeki devlet adamlarıyla dostluk ilişkisi içinde bulunması dikkat çekicidir…..
Demirel…….. yılında Arjantin’i ziyaretinde Kissinger ile sürpriz bir görüşme yaptığı bir gazetede açıklanmıştır:
“Demriel, Kissinger ile çok eskiye dayanan dostluklarının bulunduğunu belirterek, Türkiye ye gel, çok önemli konular var konuşalım”……. Demirel Kissinger’inde Ekim ayında ABD gezisi sırasında kendisini evinde ağırlamak istediğini söylediğini bildirdi.
Human Rights, Amnesty International, Helsinki Watch Committe vb. kuruluşların Türkiye’ye ilişkin saptamaları genellikle olumsuzdur.
12 yıl önce ANAP’lı bir bakan işkence savlarına verdiği yanıtta: “yalan, düzmece, iftira derken, aynı partiden psikiyatri profesörü bir bayan milletvekili “işkence yapmayı Demirperde ülkelerindeki kadar bile bilmediğimizi orada yapılanlarda iz kalmadığını, bunları öğrenmemiz gerektiğini” söyleyebilmektir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üye sıfatıyla kabulü İNSAN HAKLARI’ na bağlandığı için aynı partili Adalet Bakanı 1997 yılında “İŞKENCE YAPAN VATAN HAİNİDİR” demek orunda kalmıştır. Peki o zaman biz işkence görenleri nasıl tanımlayacaksınız? Sakın ola ki vatansever demeyin çünkü katil, uyuşturucu taciri, ajan ve tetikçilerine şerefli olduğunu söyleyebilecek kadar aymaz politik liderlerin bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz. Yurtsever diyebilirsiniz…..
Tüm dünya da ABD yanlısı partiler iktidarda iken özellikle darbe ve sıkıyönetim dönemlerinde tek merkezden yönetilirmişcesine uygulanan işkence, siyasal cinayet, kayıp vb. olayların bir biriyle örtüşmesinin bir anlamı olmalıdır.
Bu konuda giz perdesini bir ölçüde aralamak gerekmektedir.
Genellikle Latin Amerika’da askerlerine eğitim veren “Amerikalılar Okulu” (Escuadas de la Americas) 1946 yılında Panama kanalı bölgesinde “Fort Galich” de açılmıştır. Aralarında Pinochet’in de bulunduğu bu okulda 1978 yılına kadar 33 bin Latin Amerikalı subay eğitilmiştir.
Teknik sorgulama (işkence), cinayet, darbe yöntemleri öğrenmiş bu kişiler kendi ülke insanlarına karlı bu yöntemleri uygulamışlardır. Arjantin de yargılayan cuntacı generaller ve işkenceci subayların açıklamaları tüyler ürperticidir. Bu kişiler yargılanıp cezaevlerine konulmuşlardır.
Panama’daki okul 1984 yılında ABD’nin Georgia eyaletinde bulunan Columbus kenti yakınında Fort Benning’e** taşınmıştır.
Sayın Demirel’in bu ayın başında Bükreş ziyaretinde Yalçın Doğan’la yaptığı söyleşide:
“Biz terörü ne zaman anlatsak, onlar hep bize demokrasi ve İNSAN HAKLARI diye karşı çıkıyor. Ben elbette demokrasiye ve insan haklarından yanayım ama Kissinger’in bir sözünü hiç unutmuyorum. O biz Sovyetleri İNSAN HAKLARIYLA çökerttik, demişti. Bu dersi hep akılda tutmak lazım.
Anılan örgütlere koşut çalışmalar ABD’nin dış ülkelerde seçilen kişiler oluşan etkili bir örgütünden daha söz etmeliyim. Bu örgütün adı*** (Eisenhower Exchange Fellowship = EEF) dir.
Şemada açıklanan ölçütlere göre 1954 yılında kurulan EEF örgütüne ilk katılan kişi Süleyman Demirel’dir. 1954 yılından 1993 yılına kadar geçen 39 yıl içinde 21 kişi katılmıştır. Bu kişilerden biri halen FP’lidir. 1993 yılında Türkiye’den 10 kişi çağırılmıştır. Adayların seçimini ABD Büyük Elçisi ve bazı büyük holdinglerin temsilcileri yapmıştır. Bu kişileri gelecekte etkin kurumlarda görebilirsiniz.
1997 yılında Ömer Karahan, 1998’de Leyla Derya Çelikel Followship olmuşlardır. Çelikel’ in TEMA vakfında görevli olması ABD’nin NGO’lara verdiği önemi göstermektedir.
EEF üyeleri listede görüldüğü gibi farklı kesimlerden seçilmektedir. Bunlar içinde bulunan dört devlet başkanının biri Süleyman Demirel’dir. Örgütün şeref başkanı kurucusu olan Eisenhower’dır. Halen 1200 üyeden oluşan EEF’nin Başkan George Bush’dur. EEF bağlamında Süleyman Demirel’in Başkanı George Bush’tur.
Dünya da insan haklarını korumak için, başta “BM EVRENSEL İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ” olmak üzere bir çok sözleşme imzalamıştır. Anılan sözleşmeler Türkiye’nin imzası bulunmasına karşın Türkiye’de İnsan Hakları sorununda yaşanan sorunlar çözülmüş değildir. Kuşkusuz sokaklarda “KAHROLSUN İNSAN HAKLARI” diye slogan atan güvenlik görevlilerin bulunduğu ülkede çözümde kolay görünmemektedir.
Gerçekte bu okulun bulunduğu Fort Benning’de ABD ordusu Piyade okulu bulunmaktadır. Çok geniş bir alanda 70,000’e yakın personelin görevli olan bu üste “School of Americas = SOA” gizlenmektedir.
Senatör Moyhinan’ın sözünü ettiği “İŞKENCE EL KİTABI” ABD müttefiki olan ülkelerde kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Örneğin Endonezya ordusu işkenceyi “kitabına uydurduğu” ve CIA’nın aynı uygulamayı sürdürdüğünü basından öğreniyoruz.
Bu okullar içinde 75 km2 bir alanı kapsayan North Caroline’deki Fort Bragg üssünde “J.F.Kennedy Özel Savaş Okulu” nda işkence kursu verildiği basında açıklamaktadır.
Tüm bu gerçeklere karşın emperyalistler, denetim altındaki örgütleri ve medyayı kullanıp psikolojik savaş yöntemleri uygulayıp insanların beyinlerini yıkayıp insan haklarına ilişkin sorunları işine geldiğinde görmezlikten gelmekte ya da basite indirgeyerek bütünlük içinde algılamalarını engellemektedir.
Aslında işkencenin değişik amaçları
- Bilgi edinmek,
- İktidara yönelik her türlü muhalefeti önlemek, korkutmak, sindirmek.
- Kişileri işbirliği yapacak duruma getirmek.
- İşkence taktiklerini deneyerek geliştirmek, yeni daha etkin işkence yöntemleri saptamak.
Sistematik işkenceyle toplumlarda yaratılan korku sonucu halkların demokratik hak istemlerinin önü kesilmekte ve böylece ABD çıkarların tehlikeye düşmesi engellenmektedir. ***sabancı***
Vietnam savaşında sonra film yıldızı Jane Fonda’nın karşı koyuşu belleklerdedir.
ABD’nin eski Adalet Bakanı Ramsey Clark ABD saldırganlığını kınamak için girişimlerini sürdürmektedir.
Aktör – şarkıcı Dean Reed: “ABD’nin insan hakları konusunda söz söyleme hakkı olmadığını” nötron bombası geliştirmesinin bile insanlığa karşı olduğunu açıklamıştır.
Ünlü bilim adamı Prof. Noam Chomsky özgün yapıtlarında ve özellikle “ABD Terörü” nde ABD şiddet yöntemlerini kınamakta ve bu politikayı ağır bir dille eleştirmektedir.
Globalleşme, küreselleşme, Mondializm ve Yeni Dünya Düzeni söylemlerinin ardına sığınarak emperyalistler, ulus devletleri ortadan kaldırıp dünya devleti kurarak hegemonyalarını perçinlemek istemektedir. Bu amaca gönüllü hizmet edecek Küresel Seçkinler, her ülkeden seçilmekte ve yetiştirilmektedir.
Ülkemizde merkez sağa ve ABD yanlısı partilerin liderleri bir 46 ruhu tutturmuş gidiyorlar. Küçük Amerikancılık diye nitelenen bu ruhun iflas ettiğini yaşadığımız olaylarla görmekteyiz. D.P.** ile başlayan bu anlayışı algılayabilmemiz için çarpıcı örnek vermek istiyorum.
Böylesine bir kavram kargaşanın yaşandığı ülkemizde “ne olacak bu memleketin hali” sorusu kadar ülkemizi hangi güçlerin yönlendireceği tartışmalı hale gelmiş bulunuyor.
Ortalığın tozdan dumandan görünmediği böyle bir ortamda Süleyman Demirel’in “28 Şubat 1997” sürecinden söz etmesi anlamlıdır.
Kamuoyu araştırmalarına göre Slh. K.lere halkın güveni her geçen gün artmakta buna karşın parlamento ve siyasi partilere güvenin azaldığı görülmektedir.
Türkiye’nin iç politikası açısından bu olgunun ilgililerce gereğince önemsenerek değerlendirileceğine inanmak istiyorum.
Emperyalist ilişkilerden arınmış, ulusal çıkarlarını her şeyin üstünde tutan “ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK BENİM KARAKTERİMDEDİR” diyen kurucu önderimizin yönlendirmesi doğrultusunda “TAM BAĞIMSIZ” bir ülkede başı dik onurlu vatandaşlar olarak insan haklarına saygılı bir düzende barış ve demokrasi içerisinde yaşamanızı diliyorum.